Çocukken “futbolcu olsam golcü olurdum!” diye düşünürdüm diğer her çocuk gibi. Mantıken zaten futbol adına bir fantezi geliştiriyorsan ve o fantezinin merkezinde sen varsan en çok ilgi görecek pozisyona kendini yerleştirmenden daha doğal bir şey yok. Birkaç arkadaşımdan da kaleci olma hayali duydum ama o da bir şekilde aynı fantezinin tam ters pozisyonda yerleşmiş hali. Yıllardır zaten bazı çok önemli spor yazarlarımızın (aslında futbol yazarları) dediği “atanla tutanın iyi olacak!” sözünün çıkış noktası bu. Sonuçta hepimiz bir zamanlar çocuktuk.


Gerçi bu muhabbeti yapmak için çocuk olmaya gerek yok. Şimdi bile bir grup futbol konuşan özellikle “adam” cinsinden insanın arasına girsen, yine büyük kısmı en son oynanan maçla alakalı ya golcü oyuncunun atamadığı pozisyona veryansın ediyordur ya da kalecinin tutamadığı bir topa. Kendisi olsa kesin topu doksana takacaktır veya “o topa öyle mi uçulur?” diyerek nasıl uçulması gerektiğini detaylı bir şekilde anlatacak ve bu anlatımın sonunda o golü yemeyecektir. Pazartesi günü derbi vardı. Maç sonrası yine sosyal medyada Galatasaraylı olanlar Mustafa Mohammed’e o penaltı öyle mi atılır? Derken bir kısmı ilk Beşiktaş golünde Muslera’nın yanlış çıktığından bahsediyordu. Beşiktaşlılar ise kazanmış olmanın getirdiği sevincin yanında 2 ay önce uğruna Batman uyarlaması klipler çektikleri Batshuai’nin nasıl da hem de ne biçim o golleri atamadığından ve beceriksizliğinden dem vuruyordu. Büyükçe bir grup insan ise Pjanic’in mükemmel oyunundan ve paslarından bahsediyordu.

Bir başka hayal dünyası merkezi pozisyon ise işte Pjanic’in olduğu pozisyon. Ama o pozisyon bile 3. Sırada geliyor. Bizi kesmiyor millete gol attırmak. Neticede Pazartesi Beşiktaş’ın iki golünü de Larin attı. Konu kilit. Galatasaray’da “O topa öyle mi çıkılır?” daki insan ise Muslera oldu. Mohammed ise penaltı atmayı bile beceremeyen yeteneksiz. Bu yorumları yapan insanları kaçı gerçek bir sahada penaltı noktasından kaleye baktı bilmiyorum ama ben baktım. Bakmakla kalmadı penaltı bile attım. O kale içine bir de 1,90’lık bir kaleci koyduğunuzda o kadar küçülüyor ki o kadar olur. “Lan dana gibi kaleydi bu ne ara bu kadar küçüldü?” dersin o derece acayip. Tamam, bu adamlar profesyonel ama oluyor yani. Penaltı bu kaçıyor. Tüm zamanların en çok sevdiğim İtalyan futbolcusu Baggio Dünya Kupası finalinde son penaltıyı kaçırdı. Oluyor yani. Kazma mı Baggio? Yoo… Yahut aynı maçta penaltı çıkartan, doksandan topları kornere çelen kaleciler tıngır mıngır gelen bir topu yumurtluyorlar. 2 senedir Fenerbahçelilerin bir çoğunun ve diğer takım taraftarlarından da önemli bir kısmının “çok iyi kaleci olacak” dedikleri Altay da bu hafta sonu serbest vuruştan gelen topu kayarak içeri alınca derbiye kadar 2 gün gömüldü. Vay efendim bu çocuktan olmazmış, geçen haftaya kadar hatta aynı maçta o golü yediği dakikaya kadar oluyordu ama işte o anda olmadı :( E abi hani inanılmaz refleksleri vardı, ayağı çok iyiydi, karşı karşıya zımba gibiydi? “Yan topları kötü…” Ha yani biraz çalıştırılarak düzeltilebilecek bir eksiklik yüzünden geri kalan hepsini çöpe atabiliriz. Sanki kendileri yaptıkları işlerinde her anlamda kusursuza yakınlar da 4’te 3 oranında iyi olan adama burun kıvırıyorlar. Hüküm veriyorlar. Bu “Futbolun aslında bir iş olması” hakkında da haftaya mı yazsam acaba? Çünkü bizim ülkemizde bana göre bu mevzu sürekli atlanıyor.

Neyse bir hafta sonu daha geçti. Liglerde bir hafta daha geride kaldı. Ronaldo’ya rağmen Manu, Liverpool’dan 5 yedi. Zaten o Solskjaer’i (doğru mu yazdım acaba?) futbolcuyken de sevmezdim. Bugün bu yazıyı yazarken hala istifa haberi de gelmedi. Demek ki doğru karar vermişim. (Yedin koskoca kulübü Solksjaer! Gerçi senden evvel yönetim yedi. Lan Manu nasıl bu halde olabilir aklım almıyor arkadaş. Neyse…) Gideyim de yolda beride futbol fantezisi kuran çocuk bulayım. Türkiye’de futbolcu olma hayali kuruyorlarsa onlara “abicim 5’li orta sahada sağ veya sol içte takılın. Çok koşun, arada bir kilit pas atın. Paranızı kazanın, gerisini sallamayın.” diyeyim.