“Umut” konusuna devam edeceğim; ama umut olması için örgütlenme filan diyorlar ya, ben de önce düşünme ve tartışma konusuna dikkat çekmek istiyorum.

Bu ülkede yazılacak konu/olay çok; hangisini yazsam diye düşünmek gerekiyor; ama bir de bu olayların düşündürdükleri var ki, daha önemli!

Örneğin, imar affı, vergi affından sonra sıranın adli cezaların affına geldiğini mi, yoksa çocuktan kadına uzanan şiddetin kol gezdiği, iş cinayetlerinin cezasız kaldığı bu ülkede bir tek “devlet” adı altında iktidara karşı ses çıkarmanın cezalandırıldığını mı yazsam!

Hukuki değil siyasal davaya dönüşmüş yargılamaları mı, yoksa 3. hava alanındaki işçilerin durumunu, çocuğuna pantolon alamayan babanın intiharını, hatta kentteki ağacın kesilmesini haber yapanların bile gözaltına alındığını mı yazsam!

Dikiş tutmayan ekonominin çaldığı alarm zillerini mi, yoksa yoksulluktan intihar edilen bu ülkede hediye uçakları, inşa edilen sarayları mı yazsam!

Eğitimde imam hatip ısrarından karma eğitime uzanan çıkmaz sokakları mı, yoksa öğrencilerin mağduriyeti bir yana bu nedenle ülkedeki eğitim düzeyinin acınası haliyle insan kaynağının heder oluşunu mu yazsam!

Emeğin ücretinden can güvenliğine uzanan mağduriyetlerini mi, yoksa emeğin siyasal-toplumsal güçsüzlüğüne aldırmayan emek örgütlerini mi yazsam!

Hepsi önemli ve tabii ki yazılıp konuşulacak. Ancak bunları yazmak yerine, bunlara karşı nasıl durulacağını da düşünmek gerekiyor ki, buna ihtiyaç büyük.

Ama görünene bakarsak, öyle değil... Muhalefet cephesinde kime baksak, iktidarı ve yaptıklarını nasıl eleştirsem, hangi okkalı lafı etsem kaygısından öte bir şey görmek zor... Her gün onca düşünsel emek, onca güzel yazı durum saptaması yapmak açısından birbiriyle yarışmakta ama ötesi yok!

Tamam, muhalefet olarak iktidarın bu ülkeye yapıp ettiklerini yazmak çok cazip; alıcısı da çok...

Hatta CHP milletvekilleri de bu cazibeye kapılmış, iktidara veryansın eden yazılar döşeniyorlar... Bilmediğimiz bir şey yazdıkları da yok hani!

Ama, ya bundan ötesine duyulan ihtiyaç!

Örneğin, yazmak yerine daha geniş bir okumayı deneseler ve kendilerine yönelik eleştirileri dikkate alsalar, bugünkünden farklı bir siyaset yapmanın yollarını arasalar, nasıl olur!

Gerçi CHP’nin kendisine yönelik eleştirilerle kendisinden beklenilenlere aldırmadığı bilinmiyor değil. Bu durumda, toplumsal-siyasal muhalefeti güçlendirmekten çok bulunduğu yere razı bir parti görünümünde olduğunu söylememize de alınmasınlar!.. Ne var ki, CHP, kendini güvende hissettiği alanı terk etmeye cesaret edemedikçe demokratik ve sol güçleriyle birleşemediği gibi, bu yetersizlik ve güçsüzlüğün ülkeyi tek adamın ve siyasal İslam’ın vesayetine terk etmesi gibi sonuçları da var ki, orası hepimizi ilgilendirmekte. CHP’yi yazma nedenim de bu!

Aslında, bu düzene alıştık desem çok kişiyi kızdırırım ama ülkede çıkış arayışları üzerine yazılanların yetersizliğini görünce farklı düşünmekte zorlanıyorum… Son bir kaç yazıdır “umut” kavramı ve beklentisi üzerinde duruyorum; tek bir tepki bile almış değilim.

Yazdıklarım önemli olduğu için bunu bekliyor değilim. Böyle bir tartışmayı beklememin tek nedeni var; umut ve çıkış arıyorsak bu konu üzerine düşünenlerin birbirlerinin dediklerine kulak vermelerinin gerekliliği... Daha olgun fikirlere, daha gerçekleşebilir önerilere, ancak bu konuda oldukça geniş bir fikir havuzu yaratmakla ulaşabiliriz.

Görünen o ki, biz bu havuzu genişletmeyi ya bilmiyor ya da istemiyoruz...

Aslında yalnız medyada yazılanlar değil, akademik yazılar/kitaplar üzerinde de eleştiri/fikir tartışmasına pek rastlanmaz bu ülkede. Bilimsel sığlığımızın önemli bir nedeni de buradır; onu geçeceğim.

Öte yandan, medyadan akademik tartışma bekleyemeyiz ama yazılanlar üzerine eleştirmek veya geliştirmek anlamında düşünce üretmek her zaman mümkün. Siyasetin bunca konu olduğu bir ülkede, siyasi yazıların da düşünce üretim açısından bir işlevi olması beklenir.

Burada Barış İnce’nin (benim yazılarımdan bağımsız) umuttan söz eden yazısına değinmek doğru olacak. İnce, “Umudu örgütlemedikçe ya da görünür hale getirmedikçe ümitlendiklerimiz hayalin ötesine geçmeyecek” derken, umut yaratmak açısından en geniş anlamıyla sol muhalefetin özne olabileceği gibi doğru bir saptama yapmakta. Ancak, herkesin malumu olduğu gibi, sol muhalefetin umut olabilmesi için “bizi” örgütleyebilmesi gerektiği ve bunu başaramadığı ortada. Bu nedenle İnce aynı yazıda, “asıl yakınılacak şey burasının “biz”i örgütleyemeyenlerin ülkesi olması” gibi gerçekçi bir sonuca varmakta. Sol için, asıl tartışılması gereken de bu başarısızlığın nedenleri...

Daha önceki bir yazımda, bu ülkede siyasal-toplumsal örgütlerin cemaate, fikirlerin inanca dönüşmesinden söz etmiştim. Ben başarısızlığın önemli bir nedenini de burada görüyorum.

Sağda yer alanlar için bunda şaşılacak fazla bir şey olmayabilir; buna karşın katı tutumların sol cepheye getirdiği kayıplar büyük. Bu cephede fikir ve düşünceler farklılıklardan beslenip büyüyüp gelişemedikleri gibi örgütler de ortak kaygı ve hedefler etrafında birleşip güçlenememekteler.

Bu cemaatleşme, bu katı tutumun hem nedeni hem sonucu olan bir şey de, farklı fikir ve düşüncelerin duymazlıktan gelinmesi... Toplantılar, konferanslar kapalı devre; fikirler benzer olmalı!... Polemik olmayacaksa birbirlerinin düşünceleri üzerine bir şeyler üretmek de gereksiz!..

Örgütlenme ve dayanışma için gerekli addedilen bu eğilimlerin, fikir ve düşünce üretimimizi kısırlaştırması gibi, solda var olan onlarca örgütün ortak bir söylem ve öncelikli hedef konusunda birleşmelerini engellediği de ortada.

Dert bu olunca, “bizi” örgütlemek de, İnce’nin yazısında değindiği kitleleri etkileyecek örnekler üretmek de mümkün değil!

Kısacası, önce, farklı sesleri duymaya, duyduklarımız üzerinde düşünmeye, konuşmaya başlayalım derim...