DUYGU ERGÜN 28 Kasım 2015. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, Sur ilçesindeki Dört Ayaklı Minare’nin kurşunlarla tahrip edilmesi nedeniyle yaptıkları basın açıklaması sonrası öldürüldü. Yapacakları açıklamayla kültür ve tarih katliamının önüne geçmeyi umuyorlardı. Elçi, “Sur’un durumu malum, gideceğiniz sokağın ilerisinde hendekler var, biliyorsunuz” diyen meslektaşına “Daha ne olsun ki, zaten her gün ölüyoruz. Öleceksem de […]

Hapis olan benim fiziğimdir sevgili

DUYGU ERGÜN

28 Kasım 2015. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, Sur ilçesindeki Dört Ayaklı Minare’nin kurşunlarla tahrip edilmesi nedeniyle yaptıkları basın açıklaması sonrası öldürüldü. Yapacakları açıklamayla kültür ve tarih katliamının önüne geçmeyi umuyorlardı.

Elçi, “Sur’un durumu malum, gideceğiniz sokağın ilerisinde hendekler var, biliyorsunuz” diyen meslektaşına “Daha ne olsun ki, zaten her gün ölüyoruz. Öleceksem de Dört Ayaklı Minare’nin altında öleyim” diyecek kadar önemsiyordu meseleyi. Orada ölmenin gerçekten mümkün olabileceğini tahmin etmiş midir, bilemiyoruz. Bildiğimiz, ayakları kurşunlanan Dört Ayaklı Minare’nin altında boylu boyunca yatan bedeni ve kırk dokuz yıllık onurlu yaşamı… İçinde aynı acıyı hisseden herkes katilin ya da katillerin cezalandırılmasını temenni etti. Fakat olmadı. Aradan geçen dört yıla rağmen olayla ilgili tek bir şüpheli bulunamadı. Ne yazık ki bu görüp görebileceğimiz ne ilk ne de son yürek acısıydı: evde, bodrumda, otelde diri diri yakılan insanlarımız; sokak ortasında vurulan, gözaltında öldürülen gençlerimiz oldu. Buna karşın iktidarca korunan katiller ve işbirlikçileri gördük. Adaletsizliği ülkenin her karışındaki benzer acılarla pek çok kez yaşadık. Her seferinde de aynı soru içimizi kemirdi durdu: Bu adaletsizliğe niçin göz yumuluyor? Meselenin bu yanı muamma…

Düşünüyoruz: İşlenen böylesi bir suça ortak olmak hele ki bunu sumen altı etmek nasıl bir duygu? Aklımız almıyor, mantığımızın sınırları zorlanıyor. Nitekim yardımımıza Demirtaş koşuyor!

Devran

4 Kasım 2016’da gözaltına alınarak tutuklanan ve halen cezaevinde olan Selahattin Demirtaş, bu sürede siyasetçi kimliğinin yanına pek çok kimlik ekledi: yazdı, çizdi, besteledi, umut oldu. Son öykü kitabı Devran da, dört duvar arasından yükselen bu umudun eseri.

Devran, Selahattin Demirtaş’ın yeni öykü kitabına adını veren bir kahraman. Erzurum’un bir köyünde çobanlık yaparken örgüt üyesi diye alındığı gözaltında öldürülüyor. Hikâyesini, “Çatışmada yaralı ele geçirilen terörist tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı” diye tutulan tutanağa ve sahte otopsi raporuna imza atan savcı Salim Bey’in ağzından dinliyoruz. İmzayı atıyor atmasına ya yine de biliyor Salim Bey; Devran’ın suçsuz olduğunu, hiç yoktan yere öldürüldüğünü ve hatta kimin nasıl öldürdüğünü, kimlerin bu suçu nasıl örtbas ettiğini, her şeyi biliyor. Ve kendi payına düşen vicdanı soğutmak için yola koyuluyor. Erzurum’a, Devran’ın köyüne gidecek, ailesine tek tek her şeyi anlatacak ve yüreğine dolanan bu yükten kurtulacaktı. Olmuyor elbet. Kolay mı bir canı almak ve buna sessiz kalmak tam 25 yıl! Bakamıyor ne annesinin, ne babasının ne de bir çerçevenin içinden çakmak çakmak bakan Devran’ın gözlerine. Bir kaza sonrası oğlunu kaybedecek olmanın korkusu düşmese içine hiç gitmeyecekti belki de; kim bilir. Ama yüzleşiyor. Adaleti, ancak devletin çıkarlarını gözeterek sağlayabileceğine inandığı yıllara inat bu kez hakkın peşi sıra koşan insanların gözlerinde arıyor. Nihayetinde, attığı o imzanın yıllar sonra hatırlattığı, tiksindirici bir pişmanlık oluyor.

Arzu ettiğimiz adalet böyle bir şey değil elbet. Birçok kanlı suça ortak olmuş kimselerin kendi vicdan muhasebesi bizim yangınımızı söndürmez. Ama ömürleri boyunca bunun vicdan azabıyla yaşadıklarını bilmek, bir zamanlar mağrurluktan bakmadıkları insanların yüzlerine bu kez utançtan bakamadıklarını görmek, okumak içimizi bir nebze olsun soğutuyor. Devran ve savcı Salim Bey birer hikâye kahramanı, biliyoruz fakat her birinin farklı isim ve bedenlerde bu toprakların birer gerçeği olduğunu da biliyoruz.

‘Direnmek güzel çocuklar’

Demirtaş, memleketin farklı coğrafyalarından yüklendiği yoksulluk, çaresizlik, pişmanlık ve aşk dolu hikâyelerle gerçek hayatları seriyor gözler önüne. Bu gerçekler kimi zaman soğuktan donarak can veren bir çocuğun masumluğuna, kimi zaman bir savcının vicdanına kimi zamansa sevdiği kadın gözaltına alınırken korkuyla sessiz kalan bir öğretmenin utancına dayanıyor.

‘Direnmek Güzeldir’ başlıklı öykünün kahramanı atanamadığı için bir fabrikada servis şoförlüğü yapmak zorunda kalan bir fizik öğretmeni. Fabrika işçilerinden Sevtap’a âşık oluyor. İlk buluşma teklifini eğik başı ve titreyen sesiyle güçlükle yapabiliyor. Kabul de ediliyor teklifi. Fakat gelin görün ki bu aşkın, ayakları yerden kesen heyecanı Sevtap’ın sendikalı olduğu gerekçe gösterilerek işten atılmasıyla son buluyor. Fabrikada greve katılan işçilerle birlikte Sevtap da yaka paça gözaltına alınırken o, sessizce izleyebiliyor ancak. İlk zamanlar heyecandan titreyen sesi bu kez korkarak, hiçleşerek tükeniyor. Ve bir daha gidip de bakamıyor yüzüne Sevtap’ın. Birkaç ay sonra ataması yapılıp göreve başladığında ise öğrencilerine ilk ders olarak şunları öğütlüyor:

“Gurur duyacağınız bir şey yoksa da, utanç duyacağınız bir şey olmasın en azından hayatınızda. Yoksa bu şey, taşıyamayacağınız kadar ağır gelir ve onun altında ezilirsiniz.”

Vicdan muhasebesiyle kurulmuş bir güldeste

Geçmiş bize bu kadar utanç vermeseydi kuşkusuz okuduğumuz bu hikâyeler bize belli başlı duyguları anımsatmaktan ibaret kalacaktı. Fakat öyle olmuyor. “Yarı tanrı olmakla ezilen olmak arasında bir de insan olmak var” ve bize insan kalabilmeyi hatırlatıyor.

Hayatın seyrinde örselenmiş hislerin, telafisi olmayan acıların, çaresizliklerin, vicdanen rahat bırakmayan tanıklıkların karşısında ne kadar ortaklaştığımızı sorguluyor Demirtaş. Birçoğu dramatik öyküler ama asla dramatize edilmiş değil. Hatta acıyı yer yer ballandırıyor bile. İşsiz gençlerden köyün doğası bozulmasın diye taşocağına karşı çıkan köylülere, mevsimlik işçilerden gözaltında, Cizre’de bir bodrum katında öldürülen insanlara dek tarihsel bir bellek oluşturuyor aynı zamanda. Çünkü ancak anımsayarak direşebiliriz. Bunu biliyor ve vicdan muhasebesiyle kurulmuş bir güldeste olan Devran’ı yaratıyor.

Bütün bunlardan çok daha fazlası Devran. Ama her şeyden öte Demirtaş’ın, biz ‘dışarıdakilere’, hapsedilenin bedeni olduğunu, zihnini kimsenin hapsedemeyeceğini ve kimsenin durduramayacağını bir kez daha göstermesine bir vesile.

Her hikâyede birçok kere daha yandı canımız ama seni tekrar gördüğümüze sevindik Demirtaş. Herkese selam, sana hasret.