Lula, teslim olmadan, Metal İşçileri Sendikası merkezi önünde veda konuşması yaparken, dayanışma için yanında bulunanlar keskin bir “sınıf savaşı” algısına yol açıyordu. Sendikalar, Brezilya Komünist Partisi, Evsizler Halk Hareketi, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi adayı Boulos, tabii ki Dilma Rousseff. Oradaydılar...

Hapse atılan sırf Lula mı?

Brezilya’da eski devlet başkanı Lula, sağın bin bir madrabazlığından sonra cezaevine konuldu. Aslında sormak lazım; hapse atılan sırf Lula mı ? Yoksa, demokrasi, emek ve adalet hissi de mi aynı zamanda ?

Hatırlarsanız Araba Yıkama (Lava Jato) adı verilen yolsuzluk soruşturması marifetiyle 2016’da Başkan Dilma Rousseff azledilmiş, yerine gerçekten boğazına kadar yolsuzluklara ve rüşvet skandallarına batmış kirli bir şahsiyet, Temer monte edilmişti. Rousseff parada, pulda gözü olmayan; zaten gerillalık döneminde hapishane ile tanışmış bir politikacıydı. Esnek, uzlaşmacı bir karakteri olduğu söylenemezdi. İşin doğrusu, kendi soluyla, toplumsal hareketlerle, sendikalarla da ters düşmüş, sağın saldırısına karşı bir emekçiler cephesi oluşturamamıştı.

Ne var ki, bütün günahı bütçeyi olduğundan daha az sorunlu gösteren bir “vitrin süslemeye” kapı açmasıydı. Buradaki cürüm, Brezilya tahvilleri almaya eğilimli “küresel sermayeye” durumu olduğundan daha parlak göstermekti. Yani “neoliberalizmin” hukukuna göre, affedilemez bir günah söz konusuydu!

Lula da Silva ise, halkın kalbindeki sevgi halesini tüm suçlamalara karşın korumayı başaran bir sendika lideri, aynı zamanda kurt bir politikacıydı. 1989’da başkanlık seçimini kıl payı kaybetmesinden sonra yılmadan mücadeleye devam etti, dördüncü girişiminde, 2002’de başkan seçilmeyi başardı.

Lula’nın ikili ekonomi politikaları

Alfred Saad-Filho’ya göre, bu başarı önemli tavizler pahasına kazanıldı. Üst orta sınıfları ve yerel burjuvaziyi yanına çekmek için Emekçiler Partisi (PT) partinin sol kanadını tasfiye etti, sendikaları ve sosyal hareketleri güçsüz bıraktı.( Jacobin Magazine 23 Mart 2016 )

İktisadi politikaları da neoliberalizmin nabzına şerbet verecek şekilde tasarlandı. Geçen hafta Korkut Boratav’ın Sol Portal’daki yazısında vurguladığı gibi, merkez bankası enflasyon hedeflemesi rejimini benimserken, sıkı para ve maliye politikaları uygulandı.

Ancak diğer yandan, emekçi kitlelerin yüzünü güldürecek programlar da ihmal edilmedi. Bolsa Familia adı verilen şartlı nakit yardımı uygulamasıyla milyonlarca kişi yoksulluktan kurtarıldı. Yoksulların, siyahların ve melezlerin üniversiteye girebilmelerinin yolu açıldı. Bürokraside de, beyaz, belli okullardan mezun kesimlerin ayrıcalıklarına son verildi. PT’nin kendi kadroları ve sol kesimden insanlar da devletin çeşitli kademelerinde yer buldu.

Dünya konjonktürü de Lula’ya yardım etti. Aynen Rusya’da Putin’e, Arjantin’de Kirschner’e, Güney Afrika’da Zuma’ya ve de Türkiye’de Erdoğan’a olduğu gibi. Yoğun sermaye girişleri ülkede büyüme oranlarını yukarı çekti. Yüksek emtia fiyatları Brezilya’nın cari işlemler hesabını düzeltti. 2006’da derin denizlerde petrol yatakları keşfedildi.

2004-2010 döneminde ekonomi ortalama yüzde 4.4 büyüdü. 2014’te, yani PT’nin iktidara gelişinin 10. yılında reel asgari ücret yüzde 76, reel ücretler yüzde 35 artmıştı. Lula 2010’da başkanlığı Rousseff’e devrederken yıllık büyüme yüzde 7,5’di ve halkın yüzde 90’ının desteğine sahipti.

Filho, hibrit neoliberal ve neo-kalkınmacı politikalarının mükemmel bir dengeyi tutturduğunu düşünüyor: yerel burjuvazinin geniş kesimleri ile formel ve informel işçi sınıfının güvenini kazanacak kadar ortodoks; Brezilya’nın bilinen tarihinde, gelir ve ayrıcalıkların en köklü yeniden bölüşümünü gerçekleştirecek ölçüde heterodoks.

Rousseff’in zor yılları

Rousseff’in seçilmesinin ardından 2010’da ekonomik durgunluk başladı. Sorun; genişlemeci maliye politikalarıyla aşılmaya çalışıldı. Bu da haliyle borçları artırdı. Daha fazla fon ihtiyacı, faizlerin yükselmesine yol açtı.

2014 seçimlerine giderken emekçi kesimlerde hoşnutsuzluk artmıştı. Hatırlanırsa 2013’te Gezi İsyanı ile eşzamanlı, ulaşım ücretlerine karşı sol kesimlerin öncülüğünde büyük şehirlerde protestolar yaygınlaşmıştı. Ama zamanla sağın bu tepkiyi iktidar değişikliği için malzeme yaptığını gören soltuzağa düşmedi, sokaklardan çekildi.

Son düzlükte Rousseff, sermayenin adayı Neves’e, emek yanlısı vaatlerle az farkla da olsa üstünlük sağladı. Dünyadaki durgunluk, Çin’in talebinde gerileme, başta petrol, emtia fiyatlarındaki düşüş de Brezilya ekonomisinin belini büktü. Aralık 2015’te kemer sıkma politikalarının mimarı Joaquim Levy’yi görevden alınca sermaye kesimi Rousseff’e cepheden savaş açtı. Yılın yüzde 3,8 daralmayla kapatılmasıyla ekonomi ciddi bir krize sürüklendi.

Yargı darbesi

2014’te Curitibalı, yani bizim Alex de Souza’nın hemşehrisi Sergio Moro isimli bir savcı yolsuzluk soruşturmalarına başladı. Bir anda tüm sağ medyanın desteğini aldı ve popülaritesi tavan yaptı. Zamanla Brezilya’nın merkez sağı Sosyal Demokratik Partisi’ne (PDSB) yakınlığı ortaya çıktı. Zaten bütün ilgi odağı PT’li politikacılardı.

Tırmanan gerginlik Lula’nın tutuklanma emrine kadar devam etti. Çünkü 2018 Ekimi’ndeki başkanlık seçimi için tüm kamuoyu yoklamalarında Lula önde görünüyordu. Bir yazlık evin kendisine rüşvet olarak verildiği iddiaları, bir yalancı şahidin beyanları dışında kanıtlanamasa da, 5’e karşı 6 oyla Lula mahkûm edildi. Bu Brezilya yasalarına göre sekiz yıl süreyle aday olamaması anlamına geliyordu.

O sırada Maliye Bakanı Henrique Meirelles aday olmak üzere görevinden istifa etti. Wall Street’teki yatırım bankeri kariyeri, Merkez Bankası Başkanlığı geçmişi neoliberal politikaları tavizsiz uygulamak için biçilmiş kaftandı. Meirrelles portresi, bizler açısından “sivil darbenin” arkasındaki ABD ve Brezilya sermaye kesimi ittifakını deşifre etmeyi de kolaylaştırıyordu.

Veda konuşması

Lula teslim olmadan, içinden yetiştiği Metal İşçileri Sendikası merkezi önünde veda konuşması yaparken, dayanışma için yanında bulunanlar keskin bir “sınıf savaşı” yaşandığını algılamamıza yetiyordu. Sendikalar, Brezilya Komünist Partisi, Evsizler Halk Hareketi, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi adayı Boulos, tabii ki Dilma Rousseff oradaydı. Belki Lula güç ve mülkiyet ilişkilerini değiştirecek hamleleri yapamamıştı, hatta belki hoş olmayan akçeli işlere girmişti ama, son tahlilde emekçilerden yana bir başkan sayılmalıydı…

Sözlerini şöyle bitirdi:

Emre uyacağım. Hukukun üzerinde değilim. Eğer hukuka inanmasaydım, bir politik parti kurmazdım. Bir devrim yapmaya soyunurdum.

Belki de Lula’nın o son cümlesi üzerinde tekrar düşünmesinde yarar var. Aslında sırf onun değil, hepimizin…