Cenk Gündoğdu’nun hem ‘Issız’ hem de ‘Harap’ adlı iki kitabında da şiirlerinin tematiği ağır basıyor. Savaş insanın en derin ve en vahşi yerlerini açığa çıkarır. Harap’ta ise erkeklik meselesi merkezileşme eğilimindedir

Harap: Cenk’in mektubu

DUYGU KANKAYTSIN

Türkçe şiirde 2000 Kuşağı şairleri arasında savaşı merkeze alarak şiir yazan şair az sayıdadır. Hele ki ilk kitabıyla bunu yapan daha azdır. Cenk Gündoğdu’nun ilk şiir kitabı Issız, bu anlamda savaşı ve çatışmayı ve de gerginliği kendisine odak almış bir kitaptır. Issız’ın bir ilk kitap olarak otobiyografik yanı hayli cılızdır. Gündoğdu’nun ikinci şiir kitabı Harap’ta ise bu durum biraz değişmiştir. Savaş gene vardır ama çok boyutlu işlenmiştir. Fonda Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin yaşadığı derin iktidar savaşları ile ön planda bireyin günlük hayattaki yaşadığı ikili ilişkilerdeki iktidar problematiği vardır. Bu bakımdan olsa gerek Harap, Gündoğdu’nun kendi yaşamından izlerinin de ağır bastığı bir kitap olarak Issız’dan ayrı bir yerdedir. Şair Harap’la şiirdeki dilini ve tematiğini bu yönde geliştirmiştir.

Harap 2000’li yıllarda yazılsa da şairin Antik Yunan’dan Ortaçağ’a, Rönesans’tan Postmodern zamanlara uzanan bir düşünce bilgisi ile duygudaşlığının olduğu açıktır. Kitaptaki iki uzun şiirle ve özellikle “arkadaşım yalan” adlı şiiriyle epik bir anlatının içini dramatik öğelerle işlediği görülür. Sözgelimi şiire Brechtvari okuma yaparken içinden birdenbire Hamlet, Macbeth, Estragon ve Vladimir de çıkıp gelir. Şair yaşadığı coğrafyanın sorunlarına, “memleket yangını”na başka coğrafyaları da ekler. Kopuk gibi görünen dizeler ve sayfalar arası, öyle yerler gelir ki kendi içinde birliği ve bütünlüğüyle dramatik sağlamlığını oluşturur. Parçalı anlatımlarla ilerleyen uzun bir şiiri şu iki dizede toplamak mümkündür: “üzümü ezen ile şarabı içen elin birbirine değmediği/ bu ölümlü dünya gerçek arkadaşım yalansın yalan…”

Harap’ın dört başlıktan oluşan bölümleri olsa da kitap özünde iki bölümden oluşmaktadır. Her iki bölümde de erkeklik meselesi şairin derdi olur. Bunu bazen kendi yaşadığı coğrafyadan dünyaya bakarak (“arkadaşım yalan”), bazen ölülerin ve ölümlerin kederleriyle küçülerek (“ölü yaz”), bazen kendisini korkunç yapan birisine seslenerek (“ben korkunç”), bazen de erkek ve kadın ilişkisi içerisinde ikisinin birden erkekliği inşa ettiği yerden evi yakarak (“eve intihar”) işler. Özellikle erkeklik meselesine ilişkin kanımca en etkili bölüm “Eve İntihar” bölümüdür.

Eve İntihar bölümü günlük hayattaki iki insanın arasında başlayan faşizmi öne çıkaran ama bununla yetinmeyip sokaktaki faşizmi de içine alan ateşten bir dünyayı anlatmaktadır. Sokaktaki faşizm önce evde başlar. Önce iki insan arasında, derken üç beş insan arasında, derken katrilyon insan arasında faşizm yayılır. Bunu hangi cinsiyetin başlattığı önemli değil. Kim başlattıysa başlatır, hemen karşı cins aynı yönelişe geçer. Kadın ve erkek birlikte erkekliğin üreticisi konumuna düşerler. Birbirleri üzerinde hegemonya kurarlar. Bu durumu hegemonik erkeklik tanımı içinde değerlendirmek de mümkündür. Atilla Barutçu “Hegemonik erkeklik kavramında ‘hegemonya’ acımasız iktidar çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlüktür. Connell, bu kavramı Antonio Gramsci’nin sınıf ilişkileri analizinden aldığını söylemiş, kavramın bir grubun sosyal yaşamdaki üstün pozisyonunu temsil eden kültürel bir dinamik olduğunu belirtmiştir.”*

Aslında işaret edildiği gibi hegemonya, ‘çoğunluğun’ oluşum meselesine dair bir göstergedir. Yani bir grubun başka bir gruba olan üstünlüğüdür. Ataerkil toplumlarda da devlet kendi eliyle kurguladığı toplumsal ilişki ve kurumlarını hegemonya kavramının ürettiği iktidar çekişmelerine göre düzenlemiştir. Gündoğdu da şiirlerinde bu hegemonik yapıyı ironik bir dille işler. “defteri eksik yırtılmış acı hatıranın mahfına/ yüzü tutmaz bir babanın sözünden keskin kelimelerle/ yokluğa doğru eriyen şu devrik dağı yazın tenhaya/ yenilmiş bir cenke çıkaran bu beni hayvandan/ ilerde güzelliği başlayan yanlışlar ormanına/ bkz. eski kalp ağrısı geçmez ama bilinir// çıkardım seni kendimden çareye/ kıvrılan bir atın kahrı gibi har ile”

Gündoğdu, Eve İntihar bölümünde “evvel leyla” şiiriyle ise bireysel anlamda hegemonik erkeklik meselesi üzerinden bir panorama çizer. “evvel leyla” şiiri bir eşik şiiridir. Kadın, erkek üzerinde kurduğu tahakkümü ile ‘erkekleşmiş’ ve karşısındaki adamı yaralamıştır. Erkek sadece yaralıdır. Yarasına dokunulmasını istemez. Ama ne gariptir ki sadece evvel yapsa, anlaşılırdı. Peki şair neden evvel leyla der? “çıkardığın gözlerimi alan gerçek, ince bir kahır/ benim gençliğimdir, -bu olmadı gecikmiş leyla” (Gündoğdu, 2016: 83).

Gecikmek aynı zamanda fark etmek, aynı zamanda pişman olmaktır belki de. Neden gecikmiş Leyla? Leyla olan gecikmiş olsa da hatalarından dönmemiş midir? Sonraki iki dize şöyle gelir. “hafızamı aldığın yerdeyim, uyumsuz/ akortsuz, ışıksız, sözsüz, elleme, -bu böyle” (Gündoğdu, 2016: 83). İşte şiiri eşik şiiri yapan iki dizedir bu. Şiir, Leyla’yı evvel yapamaz. Kitabın geneline bakıldığında ise toplumsal ve bireysel anlamda erkeklik meselesinin birlikte işlendiği görülür.

Gündoğdu’nun hem Issız hem de Harap adlı iki kitabına bakıldığında şiirlerinin tematiği ağır basar. Konu gereği insanın en derin ve en vahşi yerlerini açığa çıkarır. Özellikle Harap’ta erkeklik meselesi kendisini öne çıkarır. Bunu kendi kuşağının içinde sulu, ağlak ve sloganvari yapanlardan farklı, yalın ve gündelik bir dille, lirizmini de yitirmeden 2000’li yıllar şiirinin dikkat edilmesi gereken şairlerindendir. Gündoğdu Harap’la plastik bir şiir yazmadığının da altını çizer. “nişanlım, yanık yıkık saraylım/ ağzından aldığım gök/ gülüşünle bitmeyen vaktimdir/ şenliğine değen dilim/ o başlangıca erişen sabahım” (Gündoğdu, 2016: 70).

* BARUTÇU, Atilla, (2013). Türkiye’de Erkeklik İnşasının Bedensel ve Toplumsal Aşamaları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara.