Maksadımız kültür sanat etkinliklerini hakkıyla yapmak ise elbet demokratik çözümler üretiriz. Yok, eğer maksat kültür sanat işlerindeki rantın nasıl bölüşüleceği ise “Yok aslında birbirinizden farkınız” diyenlere Twitter’dan boşuna çemkirmeyin.

Harbiye Açıkhava konserlerinin ekonomi politiği

Harbiye Açıkhava Tiyatrosu ve Bodrum Antik Tiyatro gibi kamuya ait, prestij mekânlarında sahneye çıkan sanatçı profilinde son yıllarda büyük bir değişim yaşanmıştı. 8-10 sene öncesine kadar bu mekânlarda Ray Charles, Joan Baez, Lou Reed, Leonard Cohen, Bob Dylan, Nick Cave & the Bad Seeds, Pink Martini, Chick Korea gibi kaliteli müzik yapan dünyaca itibarlı sanatçılar çıkardı. Fakat 2010’ların konser programlarında Mustafa Ceceli, Hande Yener, Yavuz Bingöl, Ajda Pekkan, Cengiz Kurtoğlu, Mustafa Sandal, Kutsi ve Mustafa Keser gibi Saray şarkıcılarının yanı sıra Aleyna Tilki, Çelik, Halil Sezai, Hadise ve Hakan Altun gibi düşük profilli şarkıcıları gördük hep. Oysa eskiden bu mekânların bir ağırlığı vardı, ipini koparan buralarda konser veremezdi. Peki, Leonard Cohen’den Hakan Altun’a nasıl geldik?!

Festivaller, konserler ve sponsorlar

Kültür sanat etkinliklerini sponsorsuz yapmak, sistem içinde, epey zor. Dönem dönem grupların yarı kaşeye çaldığı, hatta bazen para bile almadığı, organizasyon işlerinin imece usulü yapıldığı, dinleyicinin bazı teknik sorunları görmezden geldiği (Barışarock ya da Bakınrock gibi) sempatik girişimler yapılıyorsa da haliyle, sürekli olmuyor. Şahsen, kültür sanat etkinliklerinde sponsor almanın sistem içinde verilebilecek tavizlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Tabii bizde şirketler biraz arsız olduklarından, olur olmaz her yere logolarını koyarak etkinlikleri spam’liyorlar. Bu da özellik bizim cenahın sponsor meselesine haklı bir tepki göstermesine neden oluyor. Nitekim yurtdışında kaliteli kültür sanat etkinliklerinde sponsorluk işleri Türkiye’deki kadar vıcık vıcık yapılmıyor. Şirketler, afişleri ve konser alanını marka bombardımanına tutmuyorlar.

Kapitalist şirketlerin, sponsorluk vesilesiyle, sanatı desteklemek gibi ulvi bir misyonu falan yoktur. Şirketler, marka değerlerini yükseltecek her şeye para harcarlar. Yani icap ederse aynı anda hem caz festivaline hem tarikat yurtlarına para yatırabilirler. 1930’lu yılların Almanya’sında promosyon olarak swastika şeklinde kapak açacakları dağıtan Coca-Cola’nın bugün gelip müziği desteklemek adına festival yaptığını söylemesi en yumuşak tabiriyle komikliktir. Dolayısıyla, dönem dönem bazı şirketler, sanatı desteklemek amacıyla falan değil, marka yönetimi ve pazarlama stratejileri doğrultusunda bu etkinliklere ciddi paralar yatırırlar.

Vaktiyle Efes Pilsen, Coca-Cola, Garanti Bankası, Akbank vb. kurumlar kültür sanat etkinliklerine sponsor olarak bu endüstrideki ekonomik pastayı kabartıyorlardı. Ancak malum siyasi sebeplerden ötürü, başta Efes Pilsen olmak üzere (bkz. Efes Pilsen One Love Festivali olayları, 2012), bu etkinliklerden çekilmiş ya da çekilmeye zorlanmıştı. Birkaç yıllık aradan sonra Efes Pilsen mavi arka planda #birliktegüzel, Tuborg da sarı siyah renklerle #yüzdeyüzmüzik şeklinde markalarını dolaylı bir şekilde göstererek yine etkinliklere girmeye başladılar. En azından artık eskisi kadar terörize edemiyorlar, şimdilik…

Parayı verip düdüğü çalan sponsorlar

Topbaş ve Uysal dönemlerindeki Açıkhava etkinliklerine baktığımızda afişlerde Turkcell, Türk Telekom, Türk Hava Yolları, İstikbal Mobilya, Halkbank, NTV, Star TV, Kanal D gibi yandaş sermaye, kamu bankaları ya da devletin TMSF ile el koyduğu kurumların logolarını görüyorduk. Parayı veren sponsorlar içeriğini de siyasi yandaşlık ilişkilerine göre belirliyorlardı. Mesela geçen sene Halkbank’ın sponsor olduğu Halkın Yıldızları konserler serisinde Harbiye’de Halil Sezai çıkmıştı, Zülfü Livaneli değil… Turkcell Yıldızlı Geceler serisinde Cengiz Kurtoğlu çıkmıştı, Moğollar değil… Oysa 2003 senesinde Harbiye Açıkhava’da Inti Illimani, Grup Yorum ve Moğollar ile birlikte seyirci rekorunun kırıldığı dillere destan bir ortak konser vermişlerdi. Geçen seneye kadar Harbiye’de böyle bir etkinlik yapmak tahayyül dahi edilemezdi (bundan sonra edilebilir mi onu da izleyip göreceğiz). Parayı sponsorlar verdiği için düdüğü de onlar çalıyordu. Saray'a karşı sorumluluklarını yerine getirerek konserlerde muhalif notalar basan sanatçılar değil, olan bitene kayıtsız kalan vasıfsız Saray şarkıcıları tercih ediliyordu.

Şahsa ait özel mekânlar konsept belirleyebilirler. Mesela Dorock XL’in konsepti rock/metal müziktir. Ağaç Ev blues çalar… Ama canı isterse mekânı pavyona çevirip Elvan Dalton’u da çıkarabilir. Kimse bir şey diyemez. Fakat Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Dingo’nun ahırı değil, bu kente ait kamusal bir mekân… Aynı şekilde Bodrum Antik Tiyatro, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 2 bin 400 yıllık bir tarihi yapı. Bu mekânlara, normal şartlar altında, siyasi eğilimlerinden bağımsız, herkes gidebilmeli ve liyakat esas alınmak kaydıyla her türlü müzisyenin buralarda çıkabilme fırsatı olmalı.

Muhalif sanatçılar Saray şarkıcılarına karşı

Geçtiğimiz senelerde, Harbiye’de merdiven bileti bile satan Tarkan’ın yerine sezon içinde çıkarılan çoğu şarkıcının eşine dostuna davetiye dağıtarak amfiyi doldurduğunu, hatta dolduramadığını gördük. İrem Derici bu durumla ilgili “Ne yani boş mu çıkalım? Birkaç yıl önce baktım salon dolmuyor, eşimi dostumu çağırdım. Bunda kötü bir şey yok” diye açıklamada bulunmuştu. Kötü olan zaten İrem’in Harbiye’ye çıkarılması… Mesela Hadise geçen seneki Açıkhava konserine 2 bin küsur bilet satabilmişti. Hâlbuki üç milyondan fazla Twitter takipçisi, 12 milyon Instagram takipçisi, yüzlerce milyon YouTube dinlemesi var. Matematik gitsin kendini sorgulasın…

Malum, bu sene sezonun çoğu pandemiden ötürü kapalı geçti. Ancak İBB, 21 Ağustos’ta Açıkhava konserlerine başladı. Dev yandaş sponsorlar artık yok. Organizasyonları da Poll Production yerine Kerki Solfej, Bayhan Production ve Atlantis Yapım ayrı programlar halinde yapıyorlar. Sponsor ve organizasyon tercihlerindeki bu değişiklikler programa da yansımış. Ayta Sözeri ve Gazapizm gibi AKP döneminde Harbiye’de çıkması söz konusu dahi olamayacak sanatçıların programa alınması gayet olumlu. Fakat öte yandan programda yer alan Simge, Berkay ve neredeyse 10 yıldır stüdyo albümü yapmayan Mor ve Ötesi gerçekten Harbiye Açıkhava sanatçıları mı?

Diyeceğim, müzik endüstrisinde, Saray'ın yandaş şarkıcıları ve CHP’nin muhalif sanatçıları gibi iki kutuplu bir piyasa oluşuyor. Sonuçta CHP’nin belediye konserleri de genelde Onur Akın, Edip Akbayram, Leman Sam, Athena vb. sanatçıların olduğu bir havuzdan yapılıyor. Bu isimlerin Saray kadrosundakilerden daha kaliteli müzik yaptıklarını düşünebiliriz belki ama vurgulamak istediğim şey partilerin meseleye yaklaşımlarının birbirine benzediği…

Kamusal prestij mekânlarında programlar ne siyasi partilerin stratejisine ne de şirketlerin pazarlama bütçelerine bırakılmalı. Böyle etkinlikler sermaye ve siyasi partilerden bağımsız komisyonlar tarafından belirlenmelidir. Bu komisyonlar denetime açık olmalıdır. Komisyon toplantıları, tıpkı bazı belediye meclislerinde olduğu gibi canlı yayımlanmalıdır. Klasik, caz, protest, metal gibi dezavantajlı müzik janrları için kotalar konmalıdır. Programların bir kısmı komisyon kararı, bir kısmı halk oylamasıyla belirlenebilir. Mesela, dijital hilenin önüne geçmek için yurtdışında olduğu gibi, yıl içinde etkinliklere gelen sanatseverlere küçük oylama formları doldurtarak bir sonraki program için talep toplanabilir. Vesaire… Kısacası, maksadımız kültür sanat etkinliklerini hakkıyla yapmak ise elbet demokratik çözümler üretiriz. Yok, eğer maksat kültür sanat işlerindeki rantın nasıl bölüşüleceği ise “Yok aslında birbirinizden farkınız” diyenlere Twitter’dan boşuna çemkirmeyin.