Ah özgürlük. Her şeyin varlık nedeni, dünyanın, doğanın, insanın, hayvanın, cümle nebatın, yazının, şiirin, alfabenin, harflerin, aşkın, çocukluğun, barışın, eh daha ne olsun, yaşamanın nedeni özgürlük, Ben özgürlüğün Ö’süyüm diye alfabenin diğer harflerine öpücük yollayıp kendimle övünürken, meğer en çok da ben utanacakmışım!

Harflerin utancı-2

Mutluluğun M’siyim. Memleketin, melalin, mahcubiyetin, mevsimin. İnsani ve tabii şeylerin, yani gülmenin de ağlamanın da doğallığına dair sözcüklerim var. Var da şimdi onların ikisinin de gerekli olduğunu düşünen pek kimse yok. Ya o ya bu. “Dağılmış pazaryerlerine benziyor memleket şimdi” diyen şairin dediği gibi, o şair ki Edip Cansever’dir, dağılmış bir alfabeye benziyor şimdi yaşamak. Bunca ölüden, yaradan, yangından, tufandan utanan, mahcubiyet duyan yok! Mahcubiyetin olmadığı yerdeyse ne şiir olur ne aşk...

Nar’ın N’siyim en başta. Nicenin, namusun, nihavendin, nanemollanın... Bir de ne yazık ki nefretin N’si. Hiç istemezdim ama suç benim üstüme kaldı. Dediler ki nefret suçtur. Fakat suça bu kadar düşkün, günaha bu kadar teşne olduklarını da bilmezdim. Geç kalmışlar gibi şehvetle nefret suçu işliyorlar, insanları ayırıyorlar, bölüyorlar, çarpıştırıyorlar sonra da bunu yapan başkalarıymış gibi konuşuyorlar. Nefret ediyorum o zaman ben de kendimden. Niye diyorum, niye ben? Üzülsem de kızsam da ne çare, nefret benimle başlıyor bir kere. Oysa...

Olağan olmalıydı her şey. İnsanların bazen sıkılacağı kadar gündelik, sıradan ve rutin olmalıydı. Tekdüzelikten sıkılmalıydık hepimiz, hiç değişik bir şey yok demeliydik. Diyebildik mi hiç? Hayır. 12 Mart’tan 12 Eylül’e, oradan 15 Temmuz’a ne darbeler bitti ne girişimler. Ne zaman böyle bir kalkışma yaşansa, eyvah dedik,bu işler hiç dahli olmayanların, darbelere de girişimlerine de karşı olanların başına patlar! Patladı da. Aslı’dan Necmiye’ye yazarlar, Turhan Günay’dan Kadri Gürsel’e Ahmet Şık’a Cumhuriyetçiler, sendikacılar, akademisyenler, öğretmenler... Şaşırdık mı, yoo... Olağan ile olağanüstü arasında pek fark yokmuş memlekette, bir kez daha anladık. Ben yine de olağanın O’suyum demek isterim.

Ah özgürlük. Her şeyin varlık nedeni, dünyanın, doğanın, insanın, hayvanın, cümle nebatın, yazının, şiirin, alfabenin, harflerin, aşkın, çocukluğun, barışın, eh daha ne olsun, yaşamanın nedeni özgürlük, Ben özgürlüğün Ö’süyüm diye alfabenin diğer harflerine öpücük yollayıp kendimle övünürken, meğer en çok da ben utanacakmışım! Hem söylenmesi bile suç sözcükler arasına girecekmişim hem de en çok özgürlük isteyenlerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarına tanıklık edecekmişim. Özgürlükten, özgürlüğünden utanmak diye bir şey olabilir mi, olabilirmiş, işte benim yaşadığım.

Parkların, pirincin, pancarın, paylaşmanın P harfiyim ben. Şimdi galiba en çok pişmanlık için kullanılıyorum, hem de ne pişmanlık. Kandırılanı mı ararsın aldatılanı mı, pişman olup başını vuracak taş arayanı mı? Her ne halse, herkes ağızbirliği etmiş gibi pişmanlık türküleri söylerken, pişkinler de olan biteni gülerek izliyorlar. Pes diyorum bunlara ben de, bu pespayeliklere pes!
Rakının, resmin, rızkın, rıza şehrinin, rayların R’siyim ben. Rayların üstünde tıkır tıkır işleyen trenlerde bozkıra karşı kurulup rakı içmeyi ne kadar da severdim. Bazen öğle rakısı olurdu ama çoğun akşam rakısı. Uzaktan uzağa kadeh kaldırmalar, can canalar, gülümsemeler, ‘ne olacak bu memleketin hali mirim’ diyerek kıkırdaşmalar, biraz daha buz, bir şerefe daha derken...

Geldik bugüne. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi “ekmeği bol eyledik/acıyı bal eyledik/geldik bugüne.” Şimdi ne rakının tadı var ne memleketin ne de benim!

Sevgi ah sevgi. İnsanın serveti olan sevgi. Sesin, sessizliğin, sevdanın, sohbetin, söyleşinin, sahilin, sevgilinin, sabahın, ilk aklıma gelenler bunlar, S’siyim ben. Öyleyim de. Şimdi sanki bıyıklı bir hastabakıcı elini dudaklarına götürüp memlekete ‘şşşşşşt’ çekmişcesine derdimiz gibi, öfkemiz gibi sesimizi de içimize atmışız sanki. Sesimiz içimizde, biz onun içinde, önce kendimizde ‘içeri’ düşmüşüz sonra da ele güne karşı... Sevgisizler, diş bileyenler, kin besleyenler, kendilerince rövanş icat edip onu aldıklarını düşünenler, komşuluk, iyilik, birliktelik, barış içinde yaşamak, özgürce yaşamak duygusundan haberi olmayanlar, “onlar ümidin düşmanıdır sevgilim”, işte onların elinden çaresiz bir sevgiyim.

Şenlik mi desem, şiir mi, şarkı mı, zaten üçünü söylemek bile bir harf için yeterince şanlı bir durumdur. Öyleyse ben de şiirin Ş’siyim diyerek yazıya da biraz şiir katayım! Baksanıza yazarın şiir filan diye en ufak bir derdi yok. Bir de ‘şair’ geçiniyor! Böylelerine ara sıra ‘şair’ olduklarını hatırlatmak gerekiyor galiba. Evet şiirin Ş’siyim ama şiir de sanki çoktan başka diyarlara, başka dillere, başka sözcüklere gitmiş, ellerin olmuş gibi! Yalnızca harfler mi, sözcükler de ülkede, çevrede, dünyada gördüklerinden öyle utanıyorlar ki hiçbirinin şiire gelesi, dize olası, keyif veresi filan yok, hem de nasıl olsun!

Türkiye, tan, tarih, tutku gibi sözcüklerin T’siyim ben. Tee deyince de Trakya gelir ya insanın aklına hemen, işte onun da başında gelirim be yav! Gelirim gelmesine de Trakya’dan Kars’a kadar şu eşsiz vatanın üstünden baskının ağırlığı kalkmıyor, şiddetin gölgesi eksik olmuyor. Siviller, askerler, polisler, gençler, çocuklar, kadınlar, bombalar, kurşunlar derken terörün T’si oldum ya. Hiçbir harfin benim kadar utandığı görülmemiştir. Ben de ölülerden, yaralılardan bu kadar üzülüp utanmamıştım hiç! Memleketin yüzüne bakacak, ben T’yim diyecek halim kalmadı. Kalmadı da harfleri bu hale düşürenler hiç utanmazlar mı, merak ediyorum!

Ufkun, uçarının, uçun, usun, uzayın, ulaşın, unun, böyle yerden göğe, akıldan yüreğe pek çok harikulade şeyin başındayım ya, onların U’su olmak bana yeter de, üstü kalsın derim! Kalsın, sahiden kalsın. İnsan dünyaya sahip olmaya gelmedi ya, dünya nimetleri hepimiz için, hepimizin. Neyse iki dünyada da mülklerini, yerlerini garantilemek isteyenleri ürkütmeyelim şimdi, hem bana ne onların malından mülkünden, “Ben de bu dünyaya geldim sakinim”, idim, lakin şimdi değilim. Aklıma Ahmed Arif’in şiiri geliyor, “Serabın bir sonu vardır./Ufkun, sıradağın sonu./Uçarın, kaçarın bir sonu vardır./senin sonun yok.”

Üveyik, üzerlik, üzgün, ürpertinin ve üşengeçlik etmesem daha da yazardım ama nicesinin de başında gelirim. Sabah ola hayrola diyenleri ibiğimle selamlarım. “Üüüürrrrüüüü” demesem daha çok uyursunuz! Desem de uyuyorsunuz ya! Ben işte o ötüşün, üüüüüürrrrrüüüüünün Ü’süyüm. Yok, şarkıyı değiştireceğim, “her yer karanlık, pür nur o mevki/magrip mi yoksa makber mi Yarab” diyeceğim ama pür nur olan bir şey, bir yer kaldı mı bilmem! Yoksa artık ben de Tevfik Fikret gibi “Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Haluk/Eğer bu memleketin sislenen şu alınyazısı...” dizelerindeki gibi ümidimi geleceğe mi erteliyorum?
Vakit, veda, vefa, vadi, varlık, ve ve’nin V’siyim. Bazen vadem buraya kadarmış diyorum. Baksanıza her şeye vadesi dolmuş muamelesi yapıyorlar, meğer her şeyin sonuna gelmişiz de bunlar gelip bizi, memleketi, alfabeyi filan kurtarmışlar. Yoksa alfabe de uçurumun kıyısındaymış yoksa harfler miydi kıyıda olan? Her neyse. Sezai Karakoç’un “Karayılan” şiirinde dediği gibi, “gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın/ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum.” Belki de alfabeyle de veda vaktidir. Üstelik bunu söyleyen de zafer işaretinin V’sidir. Gerisini siz düşünün artık!

Yaşam, yalnızlık, yar, yarın, yara, yeni, yeniyıl, yalvaç gibi sözcükler için de önce benim kapım çalınır. Ne var ki bunların sevincini yaşayamayacak kadar yorgunum ve bugünlerde en çok sevdiğim sözcük, şaşıracaksınız ama yavşaktır. Mini etek giydi diye kadınlara saldıran, kendilerine emanet edilen çocukları taciz eden, küçücük kızların yurt kapılarını kilitleyip yanmalarına neden olan, kış günü gençlerin yaptığı kedi evlerine saldıran, laikliği savunanları terörist ilan eden, p......diyen, Türkçenin önde gelen dilcilerinden, hepimizin yakını, şiir eleştirmenimiz, sevgili arkadaşımız Necmiye Alpay’ı karalayarak ‘daha da içerde kalsın!’ diye yazanlara söyleyecek söz bulamıyorum! Biliyorum da nereye koymuştum bir türlü bulamıyorum! Ben, yani yavşakların korkulu rüyası Y!

Zaman, zarif, zarf...Geldik bana. Ben Z. Zilin mi desem zırdelinin mi, bilemedim. Yoksa derin uykunun devamındaki zzzzzzzz’ın Z’si miyim? Her neyse “seyyah oldum şu alemi gezerim/bir dost bulamadım gün akşam oldu” türküsündeki seyyah gibiyim, gibiyiz. Divane olsak, zırdeli olsak bundan iyiyiz. Şimdi zifirinin Z’siyim zira. Oysa hemen başımızda A duruyor ve aydınlık da onunla başlıyor. Hadi yakın ışıkları!