Haritacı Martı, buradayız

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Uzun bir zaman oldu, evlerimizde kapalıyız. Arada üç aylık yaz mevsimini bir nevi rahat geçirmiş olsak da (bedelini şimdilerde ödüyoruz) birinci yıl tamamlanmak üzere karantinada. Sevdiklerimizden uzak kalmaya ne kadar daha tahammül edeceğiz, bilemiyorum. Tek sorunumuz da bu olsaydı keşke. Bu süreçte yitirilenlerin acısı, işini-aşını kaybedenlerin yaşam mücadelesi, okulların kapalı olması ve eğitimin aksaması… Yeni dünya düzeninin beraberinde getirdiği zorluklar da cabası. Şu an için yaşadığımız sıkıntılarla baş etmeye çalışırken, onlara çok odaklanabildiğimizi düşünmüyorum. Salgın bitti denildikten sonra en azından bu maskelerle yaşamak bile ağır bir yük olacak hepimize. Şu an salgın nedeniyle sarılamadığımız sevdiklerimize, salgının ardından da kontrollü bir şekilde yaklaşmak zorunda olmak neler hissettirecek acaba? Her anlamda özgürlüğümüze gelen bir kısıtlama oldu bu salgın hastalık.

Minik kayık “Uzaklar” gibi özgürlüğümüzün peşine düşmek, onu kovalamak da olanaklı değil ne yazık ki. Buyurun sizi “Uzaklar”la tanıştırayım. Uzaklar, mini minnacık bir kayık ama hayalleri boyundan büyük. Gidip görmesek de bilmesek de adına aşina olduğumuz Kurbağalıdere’de barınıyordu. Fakat bu dere ona yetmiyordu. Onun gözü dışarıdaydı. Engin denizlere, maviliklere açılmak istiyordu. İnsan, (burada bir kayık) neyi ister de başaramaz ki? Yeter ki istek olsun, inanç olsun. Uzaklar’da da bu inanç ve istek vardı. Günün birinde de hayalini kurduğu bu açık denizlere kavuşma fırsatını yakalıyor. Açık denizlere açılıp da serüven yaşamamak olanaklı mı? Değil tabii ki…

Açık deniz Kurbağalıdere’ye benzer mi hiç? Dev dalgalar, sert rüzgârlar, başka canlılar, büyük gemiler vs. Küçücük bir kayık için ne denli değişik bir ortam. Uzaklar’ın bu serüveninde biz de üzerinde uçan kuş Sumru’yla, Bata Çıka adlı yunusla, Haritacı Martı’yla tanışıyoruz. Haritacı Martı’nın şu sözlerini okuyunca, bize de bir harita çizsen de içinde kaldığımız bu sıkışmışlıktan çıksak bir an önce, demekten alamadım kendimi. “… Bunlar ne biliyor musun Uzaklar, ha? Bunlar harita. Okyanusların, denizlerin, kıyıların, adaların… Yani denize ait ne varsa her şeyin haritası bunlar. (…) Ha eklemeliyim, benim işim sadece denizlerdeki değişimleri gözlemleyip bilgiler toplamak, notlar almak. Karalardaki değişimleri gözleyip haritalarını güvercinler yapıyor nedense. Aslında biz daha iyiyiz bu konuda ama…”

Uzaklar’ın serüvenini okurken, denize ve denizciliğe dair yeni ve çok güzel sözcükleri de dağarcığımıza ekliyoruz. Filika, Barbarossa, baş güverte, borda, çıpa, ıskarmoz, pruva, süvari, yakamoz gibi. Bundan da anlaşılacağı üzere denizin ve denizciliğin kendine has bir dili var. O sözcükler günlük yaşamımızda karşımıza çıkmıyor, kullanılmıyor. Sadece denizde!

Denizi olan bir kente ve denize de çok yakın bir mesafede yaşamama rağmen uzak kaldığımı hissettim denize bu aralar. Ve çok özlediğimi de… Kitabın Deniz Üçbaşaran imzalı mavinin tonlarıyla bezeli kapak tasarımı bu özelimi derinleştirdi.

Şöyle bir toparlayacak olursam, ilk olarak 2010 yılında Tudem tarafından, 2013 yılında da YKY tarafından “Engin Mavi” adıyla yayımlanan kitap “Küçük Kara Balık”ın özgürlük arayışını da anımsatıyor ilk anda. Ama ister balık olsun ister kayık isterse de başka bir varlık, özgürlük arayışı tektir ve güzeldir. Önemli olan sonunda bu yolun nereye vardığıdır, o süreçte yaşananlardır. Yakın bir zamanda Şener Şükrü Yiğitler imzalı “Çok Uzak Bir Deniz” adlı kitapta da Haliç’e sığamayan, denizlere açılmak isteyen bir teknenin serüvenini okumuştum. Sonuçta çocuklara/ okuruna özgürlüğün ne denli önemli ve uğruna zorlu da olsa mücadele edilmesi gerektiği düşüncesini verebiliyorsa değerlidir bu kitaplar. Ayrıca, Arslan Sayman sadece bunlarla yetinmemiş, çocukları usta bir öykücü ve usta bir şairle de tanıştırmış. Denizin, özgürlüğün yoğun yaşandığı bir kitapta Sait Faik ve Nâzım Hikmet’in adını görmek de mutluluk vericiydi. O halde yelkenler fora diyelim ve bu güzel serüvene dâhil olalım.