Hasan Saltık ve kışla

Hasan Saltık'ın ölümüyle ulusal çapta büyük bir üzüntü ve geniş bir tartışma meydana geldi. Ardından çok şey konuşuldu. "Anadolu'nun Kültür Elçisi", "Müzik Antropoloğu" denildi ona. Bu sözleri -ne mutlu ki ve o yaşarken -çok evvelleri, Livaneli ve Dorsay gibi ünlü müzisyenler, edebiyatçılar söylemişti.

Tunceli Xozat'ta başlayan, 1935'lerde inşa edilen, 1950'lerden sonra memur ailelerine, sonra bizim yoksullara "mahalle" olan "Kışla"ya yolu düştü.

O kışlayı gördünüz mü? Üç kattan oluşan, dikdörtgen şeklinde ve uzun bir holü olan, benzerine oralarda rastlanmayan bir yerdi. 1935'te yapımına başlandı, Alman ve Avusturyalı mimarlar yaptılar. Amaç, "devletin azametini halka göstermek" idi. 1949'da askeri bir mekân olmaktan çıktı, Milli Savunma Bakanlığı'na devredildi. Bakanlık, memur ailelerine tahsis etti. Kışla o yıl, "sivilleşti".

Kışla, 2015 yılına kadar, yarım asırdan da fazla bir "mahalle" idi. "Subay odaları" olarak tasarlanan küçücük "bölmeler", önce bir-iki çocuklu, "yabancı" memur ailelerine, sonra en az yedi çocuklu, bol kahkahalı, Kırmançça sözlerin sokaktan duyulduğu evler haline geldi. Her penceresinde, yirmi dört saat, kurumaya serilmiş beyaz çarşaflar, beyaz fanilalar asılıydı.

Kışla'nın adını duyan herkese tuhaf gelse de, biz dünyaya geldiğimizde -bundan elli sene evveli yani-, orası artık şehrin hemen altında küçük cıvıl cıvıl bir yerdi. Tüm çocuklar, o minicik evlere girmeye, o kocaman çatı altında bir gece geçirmeye can atmıştır.

Biz oraya ancak top oynamaya giderdik, dikdörtgen ortasındaki toprak saha 1938'de atların bağlandığı, tahta kaplardan su içtiği bir yermiş -Cemo'da ya da Memo'da mıydı-, buraya yolu düşmüş bir vicdan sahibi asteğmen, kışlanın önüne bağlı atların bile vahşi olduğunu yazmıştı.

Biz oraya -genellikle akşamüstleri- gittiğimizde, sahanın etrafında şimdi adını hatırlamadığım ağaçlar vardı -meyve ağaçları olmalı-, altında dut yiyen çocuklar hatırlıyorum, yerde çürük kırmızı lekeler vardı, kışlanın ortasındaki meydanda plastik top oynardık, kıran kırana geçen maç sırasında ağaçlara tırmanan zayıf kepçe kulaklı piç sürüleri bize karşı tezahürat yapardı. Pek kazanamazdık, orada maç almak kolay değildi.

Hasan o bahçede büyüyen yoksul çocuklardan biriydi, yüzüne vuran esmerlik o bahçeden kalmış olmalı, güneş görmemiş serin koridorların izi, o koridor köşelerine henüz birer çocuk olan âşıklar da gizlenir, fısıldaşarak birbirine acemi aşk sözleri söylerdi. Başka piçler onları bastırmak için sessizce takip ederlerdi.

Hasan Saltık, müzik alanında tanınan bir isim haline gelince, bir konuşmasında ailesinin çok yoksul olduğunu, yoksulluktan istediği bölümü okuyamadığını söyleyecekti. Yoksulluk çünkü -tıpkı çocukluk gibi- hiç unutulmaz.

Hasan'ın tüm kişiliğini biçimlendiren geçmişi o kışlada başlar. Eğitim alamayışı, hep yoksullara sahip çıkışı, ihtiyacı olan herkesi desteklemesi…

85 yıl sonra kışla, yeniden ve bir kere daha "resmileşti". 65 yıl halka ev sahipliği yaptıktan sonra, geçen yıl, "müze" yapıldı. Şimdilerde içinde ağırlıkla Türk-İslam eserleri sergileniyor.

O gri binanın, "Askeri Kışla"dan Hasan Saltık'ın içinde büyüdüğü "mahalle"ye, sonra yeniden bir "devlet binası"na dönüştüğü upuzun yol, geçen yüzyılın bir özeti gibidir.

Kışla, bir halkın, Hasan Saltık'ın ve esasen herkesin ortak hikâyesidir.