“Kıskanarak ve hakka başkaldırarak…” diye inler gibi konuştu hoca. Öndeki adamın arka cebinden telefon düşmek üzereydi. Gözü telefona takıldı, hocaya dikkatini veremedi. “Nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar…” Pahalıdır da şimdi bu. Adam çalışmış almış… Düşse bir şey olmaz, yerler halı sonuçta. “Böylelikle gazap üstüne gazaba uğradılar.” Vaaz bitmedi ama o gitmeliydi. Homurtular arasında birkaç ayak ezdi, üç beş sendeledi. Çıkışta bekleyen köftecinin yanından seğirtip sarmaşıklarla bezeli kıraathaneye girdi.

“Nefislerini kuşatan kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek arzusunu duydular demiş yaradan…” Megafondan hocanın sesi geliyordu. Sıcak bir salep çekti canı. Masaya serili yumuşak örtüyü okşadı, yazbozu yandaki küçük sehpaya attı. Bugün ayın kaçı? Faturalar da yatmadı. Telefonunu çıkardı biraz kurcaladı, kırık camı tırnağıyla kazıdı. “Yani diyor ki, azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler…”

“Boş mu birader?”

“Ha? Boş boş…”

“Eyvallah.”

Sakallı adam montunu sandalyeye astı, arabasının anahtarını masaya bıraktı, yakası açık gömleğini düzeltti. Anahtarlığın ışıltısı, üstüne konan kabarık cüzdanla kayboldu. Allah daha çok versin, çalışmış kazanmış. Bana ne… “Niye birbirine düştüler? Ayette yazar, ‘kıskançlık ve hakka başkaldırma yüzünden ayrılığa düştüler.’ Bu ne demek, hasetlik fenadır demek.” Hoca vaazı uzatmış olmalıydı. Çay kaşığını birkaç kez bardağa daldırdı, bahçedeki siyah köpek havladı, züppenin biri motosikletini ciyaklattı. Aileden zengindir belki… Biraderi mi arasam? Telefonu eline aldı. Birkaç fotoğrafa baktı, arama tuşuna bastı.

“Ne yapıyorsun? Gittin mi işe? He… İyi işte… Kahvedeyim, camiden çıktım. Babam iyi miymiş bugün? Bende para mı var lan! Bilmiyor musun durumları? İdare et işte. Ben mi dedim özele götür diye? Nasıl yok? Geçen arabayı değiştirdin ya bok vardı sanki… İdare edeceksin oğlum, bizim durumlar belli. Ne zaman? İyi hadi… Bana bak, bugün gelemem ben yarın uğrarım. Hadi…”

Kardeşi de yeni arabasını aldığında anahtarı masaya böyle koymuştu. Gururluydu. Anahtarlığın ışıltısı, üstünde gezen ellerin karasında kaybolmuştu. “Biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik.” Sakallı adamın sigarasının dumanı canını çektirdi. Bir dal istesem mi? Pahalı da sigara, istenmez ki şimdi… Adama gülümseyerek kalktı, çay tabağına bir lira attı. Sarmaşıklı bahçenin kokusunu bu kez tuhaf karşıladı. Benim birader o arabayı sırf çalışarak mı aldı? Babam hep onu kayırdı, hep… Geberse de pezevenk… “Unutmayın! Şöyle buyurulmuştur bizlere: Zannın çoğundan sakının! Şüphesiz zannın bazısı günahtır; araştırmayın; bazınız bazınızı gıybet etmesin!”

Yürüyecek bir kaldırımı olmayan sokakta park etmiş arabaların arasından apartmana girdi. Kapıyı sertçe açtı, anahtarı tezgaha fırlattı. Karşı komşunun kapısından kilit sesi geldi. “Benden mi korkuyorsun abla” diye bağırdı, “sanki eve hırsız geldi!” İnsanlar ne garip, uzaktakine bir şey diyemiyor da en yakınındakine bileniyor. Buzdolabına yöneldi. Kapıyı sertçe açtı. Yarım sulanmış yoğurt, küflenmiş peynir, soda… Dondurulmuş bir şeyler bulma umuduyla bu kez buzluğa baktı. Buzluk ağzına kadar et doluydu. Nasıl yani? Kemikler… Kanı akıtılmadan donmuş, ağzına kadar… Et!

“Yaradan der ki, sizden bir kimse, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz!”