Özellikle yaşı 40’ı geçenlerin bir araya geldiklerinde sohbet-muhabbet konularının ağırlığını sağlık-hastalık oluşturur. Kimi dizlerinden yakınır kimi gözünden, kimi belinden, kimi de psikolojisinden. Sağlıklı bir ülke olduğumuzu söylemek güç. Hem fiziksel açıdan hem ruhen. Nasıl olalım ki! Ak faşizm altındaki 13 yılda kimin ruh sağlığı yerinde, kim sakin, huzurlu, kaç kişi?


Hastalıklar yaygın; hem fiziksel hem ruhsal ... “Hastalıktan koruyucu” fiziki ortam gitgide bozuluyor. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde hava kirliliği, betonlaşma, gürültü, trafik stresi hastalık üretiyor. Artan genç işsizliği, geçim sorunları, gençliğin artan bunalımı, Kaçak Saray’dakinin hırsları, medyası derin ruhsal hastalıklar üretiyor. Birkaç sayı vereyim…

HASTALIKTAN ÖLÜMLER
TÜİK Ölüm Nedeni İstatistikleri’ne göre, 2013 yılında gerçekleşen ölümlerin yüzde 40’a yakını dolaşım sistemi hastalıklarından ileri gelmiş. Ölümlerin yüzde 21,3’ü iyi ve kötü huylu tümörlerden, yüzde 9’a yakını da solunum yolu hastalıklarından diyor TÜİK… Yine ölümlerin yüzde 7’yi aşan bir kısmı da, beslenme, endokrin ve metabolizmayla ilgili hastalıklardan…


Yani daha çok kalp-damar hastalıklarına ve kansere maruz kalıyoruz. Sigara, aşırı alkol, fiziksel aktivite eksikliği ve düzensiz-yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklar… Peki ne var bunları azaltacak koruyucu önlemler? Parklar, bahçeler, spor, yürüyüş alanları, bisiklet yolları mı? Dengeli beslenmeye imkân verecek adil gelir bölüşümü mü? Herkese iş-aş düzeni mi? Ne gezer? Hastalık üreyen bir bataklığı daha çok büyüten bir rejim var ne yazık ki…


Daha korkuncu gençlerde madde bağımlılığı ve buna kayıtsızlık…
TUBİM tarafından yapılan araştırmaya göre 2011 yılında 15-64 yaş arası yaşam boyu madde kullanımı prevalansı yüzde 2,7. Ya tedavi merkezi sayısı? 21 ilde 32 adet tedavi merkezi ve toplam yatak kapasitesi sadece 763’ten ibaret. Madde bağımlılığının önünün alınması nasıl mümkün olacak, gerekli tedavi tesislerinin sayı ve nitelik olarak artırılması ne olacak?

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM...
Bunlardan söz ettiğinizde hemen önünüze AKP rejimi “Sağlıkta Dönüşüm” raporunu koyuyor. Neler yaptık neler diye… Hastalıktan koruyamadıktan sonra, üremiş hastalığa halkın vergisini daha çok harcamanın nesi övgü konusu olabilir? Sağlık harcamalarının milli gelirin yüzde 5,4’ünü bulduğundan dem vurmakta, bunu bir de iftihar konusu etmekteler. Ailemizin bütçesinin her yıl yüzde 6’sını hastaneye, ilaca harcıyoruz deseniz bir aile sohbetinde, size sadece üzülürler, gıpta etmezler. Övünülecek şey, tedavi için bütçe ayırmak değil, ona ihtiyaç kalmadan, hastalıktan koruyucu bir ortam, iklim ve yaşam sunabilmektir topluma.


Yapılan sağlık harcamalarına bakılırsa 2013’te 85 milyar TL harcanmış sağlığa. 2014’ün 95 Milyar TL’yi bulduğu tahmin ediliyor. Yaklaşık 44 Milyar dolar. Bu da kişi başına 570 dolar harcamak demek. Az değil. Harcayan da sadece devlet değil. Devlete vergi, sigorta primi veriyoruz, sağlığımız için hizmet versin diye, ama yetmiyor, bir de cebimizden doktora, ilaca para ödüyoruz. Bu cebimizden ödediklerimiz, harcamaların yüzde 20’sini geçmiş durumda.

BİNAYA, ÖZEL YATIRIM
AK faşizmin oy tahvilatı için göz boyadığı sağlıkta dönüşüm ise tam bir sahtekarlık. İnsana, hekime,uzmana, personele değil, daha çok binaya, inşaata yapılmış yatırımla insanları hastane kapılarına yığdılar. Sadece son 5 yılda hastaneye başvuru yüzde 62 arttı ve 447 milyonu buldu. 2014’te 25 Milyar TL hastane faturası, 16 Milyar TL ilaç parası, hasta başına her başvuruda 125 TL maliyet… 76 TL hastaneye, 48 TL ilaca…Ama bu SGK’dan çıkan. Yılda, cepten ne kadar harcıyoruz ilaca ,doktora? Geçen yıl 20 Milyar TL…


Normalin üstünde hasta eden, hem fiziksel hem ruhsal olarak hepimizi yıpratan bu sistemin üstünden gün be gün müthiş paralar da kazanılıyor. 2014 için 95-100 Milyar TL. Bunların beşte dördü vergilerimiz ve primlerimizle, beşte biri de doğrudan cebimizden harcadıklarımız.
Her TC vatandaşı ortalama yılda 6 defa hastane kapısı aşındırıyor. Devlet hastanesi yetmeyince özel hastaneleri teşvik ettiler ve şimdi başvuruların yüzde 20’si özel hastanelere yapılıyor. SGK’nin sağlık harcamasının yüzde 23’ü özel hastanelere gidiyor. Sağlığın daha çok, daha çok kısmı özel hastanelerde gerçekleşsin diye, fuzuli gördükleri üniversite hastaneleri hedefe koydular. Asli işi araştırma, bilim üretme olan üniversiteler yeterince ve fazla sayıda hasta bakmıyor, ameliyat yapmıyormuş diye, bütçeleri kısılıyor, onları sıradan devlet hastanesine dönüştürme gayretindeler. Özeli yüceltme ve üniversiteyi kötüleme, 2015 Programı’nda açık açık şöyle yer alıyor; “2013 yılında toplam yatak kapasitesinin yüzde 18,8’ine, uzman hekim sayısının yüzde 23,9’una sahip olan özel sektör, tüm ameliyatların yüzde 33,2’sini gerçekleştirirken, toplam yatak kapasitesinin yüzde 17,8’ine ve uzman hekim sayısının (asistan hekimler dahil) yüzde 29,5’ine sahip olan üniversite hastaneleri yapılan ameliyatların yüzde 15,3’ünü gerçekleştirmiştir. Hem müracaat sayılarının hem de hasta devir hızlarının üniversitelerde daha düşük olduğu görülmektedir.” Bu tespitin operasyon amaçladığı yeterince açık değil mi?

HEKİM, HEMŞİRE YOK
Sağlık harcaması yaptık dedikleri daha çok bina yapmak..Yerli-yabancı sermayeye kamu özel işbirliği (KÖİ) yöntemiyle başta büyük şehirlerde olmak üzere yaklaşık 34 bin yatak kapasitesine sahip sağlık kampüsleri adı altında “ imtiyazlı sağlık ticarethaneleri” yaptırmayı marifet sayıyorlar. İş, hekime, uzmana, sağlık personeline yatırıma gelince tıssss!..


Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 175 ve hemşire sayısı 182 …AB’de bu sayılar sırasıyla 346 ve 836… Özellikle hemşire açığı çok belirgin… Her 10 doktora AB’de 24, OECD ortalamasında ise 28 hemşire düşüyor. Ya bizde? 10 doktor 10 hemşire…İş hekime, sağlık personeline gelince “dönüşüm” işlemiyor. İş, koruyucu hekimliğe gelince “dönüşüm” işlemiyor. Çünkü hastalık yoksa para da yok…Hastalık olacak ki, para kazanılsın…Hatta daha çok para için daha çok hastalık olmalı...


Neoliberal aç gözlüğün ve barbarlığın düsturu budur…


***

Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkansız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar özgür medyanın işlevini hedef almaktadır.