Google Play Store
App Store

Kadın cinayetlerinin artışı sistematik bir cinskırımla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor. Psikiyatri Uzmanı Hande Gazey, ‘‘Kadın düşmanı politikaların en uç sonuçları yaşanıyor. Sebep sapıklık, manyaklık değil suçlu sistem” diyor.

Hastalık değil, ataerki
Fotoğraf: Depo Photos
Sarya Toprak
Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.net

Ekim ayı son 14 yıldır en çok kadının katledildiği ay oldu. AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarıyla kadınların yaşam hakkı dahi hedefte. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, 6284’ün hedef gösterilmesi failleri cesaretlendirirken kadınları korumasız bıraktı. İstanbul sözleşmesi ve 6284 bize gösteriyor ki mevcut maddeleri uygulamayı tercih etmedikleri için kadınlar katlediliyor. Kadını aile içine hapseden politikalar kadınların en çok o dört duvar arasında katledilmesine sebep oluyor. Ekim ayında katledilen 48 kadından 19’u evli olduğu erkekler tarafından katledildi. 26 kadın ise “evinde” katledildi. İktidar kadın cinayeti, istismar ve şiddet verilerini şeffaf bir şekilde toplumla paylaşmıyor. Burada da görev kadın örgütlerine, kadın gazetecilere düşüyor. Bu veriler paylaşılırken veya kadın cinayetleri haberleri yapılırken “dehşet verici” görseller, betimlemeler kullanıldığına şahit oluyoruz. Bunun sebebinin “egemenleri” rahatsız etmek olduğu vurgulansa da akıllara şu soruyu getiriyor: 48 kadının katledilmesi yeterince rahatsız edici değil mi? Psikiyatri uzmanı Dr. Hande Gazey son gelişmeleri BirGün’e değerlendirdi.

Kadın cinayeti verileri bize sistematik bir kırım ile karşı karşıya olduğumuzu uzun zamandır söylüyor diyen Gazey, “İstatistik tutulmadığı, mevcut olanlar çarpıtıldığı, kamuoyundan ve basından gizlendiği için gerçek verilere vakıf olamadığımızı belirtti. Gazey, kadın cinayetlerinin ve şüpheli kadın ölümlerinin de gözden kaçırılmaya çalışıldığını vurguladı.

DEHŞET HAREKETSİZ KILAR

Bu verilerin bize tahayyülümüzün ötesine geçen bir arka planın da varlığını hatırlatması gerektiğini ifade eden Gazey sözlerine şöyle devam etti: “Şiddetin boyutu, yaygınlığı, gündelik hayata sirayeti ve toplumsal yaşamı nasıl dönüştürdüğü ve elbette şiddetin kökenlerine işaret edecek politik söylemin zorunluluğunu hatırlatmalı bize. Burada son günlerde sıklıkla konuşulan bir örneğe de değinmek istiyorum. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, İkbal Uzuner’in katledildiği surlardan grafik yaptığı bir görselle önemli bir veriyi ortaya koyuyor olabilir, ama bakın tam da burada aynı tuzağa düşmemek gerekiyor. “Dehşet verici olan verileri dehşeti hatırlatan çarpıcı bir görselle paketlemek” Dilimizi nereye kurduğumuz, karşı karşıya olduğumuz saldırı ile hangi toplumsal zeminde mücadele edeceğiz sorusunun da cevabını belirler. Dehşet tek başına hareketsiz kılar, donup kalmamıza sebep olabilir uzun dönemde ise çaresizlik, suçluluk, hınç ve yeniden şiddet yaratır. Eğer sistematik olarak örülen bu dehşet ortamında yaşamımızı sürdürmek zorundaysak “benim başıma gelmez” söylemi, failin “sapkınlığı” ve olayın “münferitliği” ile açıklanır ya da şiddete maruz bırakılanın “ne yaptığı ve yapmadığı” ile. Ya da hayatta kalmanın tek yolunun fail olmaktan geçtiği algısı ile. İşte yukarıdan aşağıya şiddet böyle örülür.  Oysa bizi “dehşet”e düşürenler -ki sadece kamuoyu oluşturulabilmiş olaylar olmayan binlercesini de bilirken- sistematik olarak örülen, kadın düşmanı politikaların en uç sonuçları.

Ekim ayında toplumun “tanık oldukları” karşısında yaşanan infial ile iktidar başta olmak üzere yer yer muhalefet de “cezalar arttırılsın”dan “ruh hastalığı-sapkınlık” açıklamalarına ve üzüntü ifadelerine başladığını söyleyen Gazey, “Daha öncesinin idam çağrılarına, hadım cezasına kadar gittiğini ve riskli olan noktanın bu olduğunu vurguladı. Gündelik hayatın sıradanlaşmış şiddeti ve bu şiddeti yukarıdan aşağı ören yani faili olan politik hareketin bize dönüp üzüntüsünü ve kendi zeminindeki çözüm gücünü sunduğunun altını çizen Gazey, “İktidar bakışlarımızı cevap verdiği yerde tutmak istiyor, oysa İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırıdan fıtrat söylemine; kamusal alanın tarikat ve cemaatler ile dizaynından kadın düşmanlığına, cinsler arası eşitsizlik vurgusu sistematik olarak örülüyor” dedi.

Dr. Hande Gazey

FAİLİ İŞARET ETMELİYİZ

Bu sebeple de fiziksel şiddetin, cinayetlerin ardından hızlıca dillendirilen “hasta-sapkın” söylemlerinin bizim odağımızı asıl sebeplerden ve mücadele olanaklarından uzak tutmanın bir yolu olduğunu ifade eden Gazey “Toplumun isyanı karşısında “kurtarıcı” olan güç sahibinin yani iktidarın gücünü bu sefer “cezalandırma” ile kanıtlayacağı ve sorumluluğunun, suç ortaklığının, failliğinin asla görünmeyeceği bir sarmal ve açıklama/çözüm vb. şekilde sunulanlar da mevcut iktidarın siyasal söylemi ve toplumsal tahayyülüne de güç katıyor” diye konuştu.

Gazey sözlerine şöyle devam etti: “Uluslararası sözleşmelerin, Anayasa’nın, yasaların açıkça zorunlu kıldığı sorumlulukları olan devlet, bunları yapmıyorsa faildir. Failin bizi kayıplarımızın ardından -ki o da eğer gündem olursa- ceza talep etme noktasında sıkıştırmasına izin vermeyecek olan toplumsal örgütlenme ve mücadeleden başkası değil. Güçlünün güçsüze yönelttiği ve toplumsal alanı belirleyen bu şiddet sarmalını kıracak, çaresizliği ortadan kaldıracak olan dayanışma ve mücadelenin imkan ve araçlarını yaratmaktan başkası değil. Kadınların eşitlik ve kurtuluş mücadelesinin tarihi aslında tam da bu sistematik şiddeti kavramlaştırma ve buna karşı dayanışma ve mücadeleyi örgütleme pratiği ile şekilleniyor. Bugün Türkiye’de ve dünyada şiddet ve baskının karşısında mücadelenin inşası, bireyleri-toplulukları-toplumları donmuşluk, çaresizlik, yalnızlık, güvensizlik ve tek yolun şiddet olduğu algısından kurtaracak olan söz ve eylemden geçiyor. Bu soyut bir cümle değil, az önce kadın mücadelesinin tarihine yapılan vurgu gibi hem bir geçmişi ve izi var hem de güncel olanakları ve araçları mevcut.