Hata’dan Hatay’a AKP!
Hatay’dan Kamışlı’ya PKK!


9 Temmuz günü bu köşede şöyle yazmıştım: “Suriye’deki gidişat ve PKK’nin, Irak yanı sıra artık orada da mevzilenebilmesi, Kürt sorununda çok ciddi bir veri olarak öne çıkacak. Çünkü 2002 yılındaki Irak savaşı PKK için avantaj sağlamıştı. Şimdi de durum ve koşullar farklı görünmüyor… Kuzey Irak ‘federe’ bir statüdeyken, şimdi de Suriye’de PKK ‘kazan kazan’ oynamıyor mu? Suriye’deki Kürt coğrafyasında fiili denetimi ele almak üzere, yani şimdiki rejim değişmezse burası denetiminde kalacak, değişirse yine denetiminde kalacak gibi…”

Bu öngörüler kısa sürede gerçekleşti. PKK “kazan kazan” oynarken bölgedeki kazan da kaynamaya başladı…

12 Temmuz günü Erbil’de çeşitli Kürt örgütleri bir deklarasyon yayınladılar. Bu açıklama adeta Suriye kuzeyindeki Batı Kürdistan özerk bölgesinin ilanı gibiydi. KDP ile PKK burada bir nevi koalisyon yapmışlardı. “Kürt Yüksek Heyeti” bu anlaşmada öngörüldüğü üzere Suriye’deki Kürt yerleşimlerinde iktidarı devraldı. İktidar taraflar arasında yüzde 50-50 paylaşılıyordu.

Elbette iktidar armudu pişip Suriyeli Kürtlerin ağzına düşmemişti. Yıllardır örgütleniyorlardı. PYD (Demokratik Birlik Partisi) 2003 yılında PKK’nin siyasi faaliyeti olarak kuruldu. Öcalan’ın 19 yıl Şam’da yaşadığı Suriye’de PKK’nin güçlü zaten olduğu biliniyordu. Bölgede, en az bir evlatlarının PKK saflarında savaşarak can vermiş olduğu binlerce Kürt ailesi var.

Şimdi Kürtler söz haklarını kullanıyorlar, konuşuyorlar ve bütün dünya onları dinliyor. Peki ama bu arada siyasetçileri bir yana, Türkiye’nin sıradan ve sahici Kürtleri ne düşünüyor? Yalçın Doğan Hürriyet’teki köşesinde bu konuda çarpıcı göstergeleri aktardı: “Kürt oylarını almaya devam eden BDP yüzde 10 ülke barajını aşmaya çok yakın. Tersinden okursak, AKP’nin Kürtlerden aldığı oy azalıyor. Kürtlerin yüzde 72’si kendilerine daha fazla hak verilmesini istiyor. Ana dilde öğrenim gibi. Türklerin yüzde 82’si ise, bu hakkı fazla buluyor. Kürtlerin yüzde 48’i ‘PKK terör örgütü değildir’ diyor. Yine Kürtlerin yüzde 63’ü ‘PKK silahtan arınsın ve siyasete girsin’ görüşünde. Kürtlerin yüzde 23’ü ‘bağımsız Kürt devleti kurulmasından’ yana. Hemen hemen her beş Kürt’ten biri bağımsız devlet istiyor. Oysa, üç yıl önce bağımsız Kürt Devleti isteyenlerin oranı yüzde 6. Üç yılda yüzde 6’dan yüzde 23’e yükseliyor.”

Bu haleti ruhiye, özellikle Suriye’deki son gelişmelerin Kürt topluluklarına büyük moral ve özgüven kazandırdığı bir döneme girilirken daha da önemli...

***

Oysa RT Erdoğan bu Suriye “işinden” en fazla kendilerinin “kârlı” çıkacağı hesabını yapmaktaydı. Bundan tam bir yıl önce “Suriye bizim iç meselemiz” diye kestirip atmamış mıydı?

Şimdi Kürtler konuşuyor: Al sana iç mesele! Al sana Batı Kürdistan!

Olsun. RT Erdoğan demeç üstüne demeç veriyor: PYD’yi de vururuz, Roma’yı da yakarız! Kim tutar “küçük enişte”yi! Çünkü “müttefikleri” varmış: “Şu anda muhalif güçler (El Kaide, Müslüman Kardeşler filan) kuzeyde bir yapılanmaya sıcak bakmadıkları gibi biz orada muhalif güçlerin bu yaklaşımını destekleriz. Olacak olan budur” diyor. Erdoğan’ın doğal müttefikleri işte bu “lejyoner muhalif” güçler…

Nereden nereye. Hızlandırılmış bir “tarih” yaşadık… Yeni Osmanlı’nın yükseliş, duraklama ve çöküş süreci sadece birkaç yıla sığmış oldu böylece! TC, Yeni Osmanlıcılık macerasında, Suriye ve Irak gibi düşmanlar edindi, Malatya-Kürecik’e yerleştirdiği füze kalkanı ile İran’ın hedef tahtasına oturdu. Buna karşılık PKK Ortadoğu denkleminde artık kendine önemli bir yer edindi.

***

Burada en dikkat çekici nokta, Batı Kürdistan gelişmesi karşısında ABD’nin henüz bir tavır geliştirmemesi. Belki de Barzani “tavrı” ABD tercihinin de dolaylı bir ifadesi... Bölgede ittifaklar arapsaçına dönmüş halde. O onunla ittifak halinde ama öteki onunla müttefik halindeyken onun müttefikiyle düşman!

Ama en sarsılmaz sayılan Türkiye-ABD ittifakı yanı sıra, Güney Kürdistan’daki Barzani – ABD ittifakı da epey güçlü: Barzani yönetimi ExxonMobil’den sonra Chevron ile de petrol anlaşması imzaladı. Yani? Güvenliği ABD’nin garantisi altında, çünkü işin içinde petrol ve petrol doları var. Öyleyse geçmiş yıllarda Molla Barzani’nin ABD’den yediği kazıklar geride kalmış sayılabilir…

Ayrıca Mesut Barzani ile TC ittifakı da var, yahut TC öyle sanıyor. Nitekim buna güvenen (inanan!) Erdoğan Çarşamba günü “şu Batı Kürdistan meselesini” görüşmek üzere Davutoğlu’nu Barzani’ye gönderecekmiş. Aslında Türkiye’nin, Barzani’nin etkisi altındaki bir Kuzey Suriye’ye (ya da Batı Kürdistan’a) itirazı yokmuş. Bunu ihsas etmekteymişler.

Geçenlerde de yazmıştım: TC-ABD ancak Barzani’nin KDP’si, Talabani’nin KYB’si “gibi” bir PKK’ye tahammül edebilirler. Oysa eskiden, mesela sadece beş-on yıl önce şiddetli bir KDP alerjisi vardı, kırmızıçizgiler çekilmişti filan… Ama şimdi o cenahta “sınıfsal çözüm” gerçekleştiğinden, can ciğer kuzu sarması durumdaydılar.

Peki Batı Kürdistan bu muhabbeti ne ölçüde bozacak? Suriye’deki KDP-PYD (PKK) işbirliğine bakılırsa, muhabbetin tadı kaçmış vaziyette. Karayılan “Gerekirse Güney Kürdistan’la birleşiriz” dememiş miydi? Şimdi elde bir de Batı Kürdistan var. (Bizim medyada pek sözü edilmez ama Doğu Kürdistan’da da İran yönetimince oluşturulan resmi bir “Kürdistan” eyaleti çoktan beri var!)

Evet bu karmaşık ittifak düğümlenmesinde, kördüğümünde, “İskender Kılıcı” muhtemelen ABD’nin elinde… ABD Barzani’yi desteklemiş olurken PKK’ye (en azından Suriye’de) nasıl ses çıkarsın? Bu onun sorunu ve çözümü Başkanlık seçimi sonrasına ertelenmiş gibi…

***

Eveet… Gidişat ne yöne doğru? Geçen hafta bu yönü “Sınırlar da değişir!” diyen Murat Yetkin şöyle gösterdi:

“Suriye ve Irak’ın parçalanma eğilimi, bölgedeki üç ülkenin orada doğacak boşluğa göre genişlemek durumunda kalma durumunu doğurur. Bunlar İsrail, İran ve Türkiye’dir. Bu ülkelerin mevcut sınırlarını içeriye ya da dışarıya doğru değiştirmemesi için yüksek çaba harcaması gerekir. Türkiye’yi… Suriye ve Irak topraklarına, üstelik enerji kaynakları havucuyla çekmek isteyenler vardır ve daha da çoğalacaktır. Bu, Türkiye’nin Kürtlerin (belki Arapların da) dâhil olduğu federatif bir yapıya itilmesini, yani rejim değişikliğini getirebilir. Sınırlar değişir, ama bu değişim ya savaşlar ya rejim değişiklikleri ya da ikisiyle birden mümkün.”

(Başkanlık rejimi ve federasyon senaryosu… Pek mi bir komplo teorisi oldu?)

Hal böyleyken, “halkların özgürlüğü” ile “milletlerin devlet kurma hakkı” ikileminde elbette öncelikle birinci seçenekten yana olacağız. Ama Kürt yazarı Recep Maraşlı’nın aşağıdaki değerlendirmesi sonunda yer alan soruya cevabı da birlikte arayacağız:

“Ortadoğu’daki ‘Arap baharı’ adı verilen süreç, devrilen diktatör rejimlerin yerine demokratik yapıların geldiği bir seyir izlemiyor. Bunun yerine eski iktidar sahiplerinden daha az bağnaz ve tutucu olmayan güçlerin ‘iktidar mücadelesi’ biçiminde gelişiyor. İslami fundemantalizm ve hoşgörüsüzlüğün daha katı biçimlerinin inşası söz konusu; bu durumda Kürt ulusal demokratik hareketlerinin baskın eğilim olarak seküler, modern, sosyal demokrat yapıları; Kürt federal yönetim bölgelerini Ortadoğu’nun gerçek bir özgürlük ve demokrasi alanları olarak öne çıkmaları anlamına geliyor. Kürt ulusal demokratik hareketleri Ortadoğu’nun bel bağlanabilecek başat demokrasi ve özgürlük dinamiği olarak kritik roller üstlenmeye adaydır. Acaba bu rollerini oynayabilecek mi?”

Acaba? Emperyalistlerin fiştiklediği İslami fundemantalizm mi? Seküler, modern Kürt özgürlüğü mü? Hatay’dan Kamışlı’ya mı, yoksa Müslüman Kardeşler filan denetimindeki Humus’a mı?