CHP’nin, Covid-19 koşullarında ve içinden yükselen eleştiriler altında yapılacak olan kurultayına az bir zaman kaldı. Geçende de yazdım, şıkıdım şıkıdım gazetecilik yapanlara gün doğdu. Memleketin en risksiz siyasi konusunda şehevi bir iştahla kalem oynatacaklar. CHP, özellikle de içindeki tartışmalar köpürtülerek, gündemin üst sıralarına taşınacak. Gönülleri ve kafaları sağda, kalemleri kim iktidardaysa onda olanlardan, bol bol CHP’ye kurtuluş, başarı reçeteleri; yapması ve yapmaması gerekenler listeleri okuyup dinleyeceğiz.

Yazıp çizeceklere de okuyup dinleyeceklere de kolay gelsin!

Bana, bir gazetecinin bir siyasi partiye kılavuz kaptanlık yapmaya soyunması kadar itici gelen bir şey yoktur. Kuşkusuz gazeteciler siyasi partilere dair değerlendirmeler yapar, eleştirir, memleketin ve toplumun iyiliği için önerilerde bulunur. Ancak, siyaseten/ideolojik olarak karşı olduğunuz apaçık ortada olan partilere yol göstermek, başarıları için reçeteler yazmak, içindeki birilerine karşı bir başkasını cilalamak vıcık vıcık bir sahtekârlık.

Türkiye, AKP’yle bir parti devleti olduğundan beri, var olan temel sorunlarının üzerine yeni sorunlar koyarak, bugün hangi partiye oy vermiş olursa olsun vatandaşlarının çok geniş kesiminin mutsuz ve sıkıntılı olduğu; bir kesimin ise baskılar nedeniyle nefes alamaz hale geldiği bir ülke oldu.

Öyle ki, kime sorsanız fırsat bulsa bırakıp gidecek memleketi. Bırakıp gitme peşinde olanlar iş insanından işsiz insanlara kadar birbirine hiç benzemeyenlerden oluşan bir yelpaze; ve gidebilenler de gidiyor zaten.

Böylesine derin sorunlar yaşanmasına karşın iktidar hâlâ önemli sayılabilecek bir destek bulabiliyorsa, bu biraz da memlekette siyasetin kimlikler üzerinden yapılır olmasından. Kendisini “Müslüman-muhafazakâr”, “milliyetçi”, “Kürt”, “Alevi” gibi kimlikler üzerinden tanımlayanlar; yoksulluk, yolsuzluk, özgürlükler gibi konularda kendi mahallerinden kaynaklanan sorunlar ne kadar yükselirse yükselsin siyasal tavırlarını değiştirmekte pek gönüllü olmuyor.

Bu durumun iktidarı hedefleyenleri kolaylıkla içine çektiği bir hatası var: Kendi programını ve toplumu dönüştürme hedeflerini farklı toplumsal kesimlere benimsetme zor yolunu değil, kendisini iktidara taşıyabilecek yaygın kimliklere benzeme kolaycılığını seçmek.

Biraz Müslüman, biraz muhafazakâr, biraz milliyetçi, biraz Kürt, biraz Alevi, biraz Atatürkçü olarak iktidar olabileceğini sanmak ve bu yola girerek de iktidar olunabilse bile toplumu dönüştürme hedefinden tümüyle uzaklaşmak.

Aslında hep denenen ve toplumsal kesimlerin “aslı varken taklidine yönelmeme” eğilimi nedeniyle de sürekli çıkmaza giren bir yol bu!

Toplumu dönüştürmekten çok iktidar hedefleyenlerin, girdikleri bu yolda genellikle bel bağladıkları ikinci faktör iktidarın hataları oluyor: Biz toplumun en geniş ortak paydasına benzerken, iktidar da hatalar yapacak ve bu hatalar sonucu gidecek!

Tarihteki bütün iktidarları götüren hatalar olmuştur. Ancak, iktidarın yalnızca hatalarıyla gitmesinin beklendiği durumda, gelenin gideni arattığı da çoktur.

İktidarı her ne olursa olsun bırakmamaya ahdeden diktatörlükleri götüren hatalar da oldu, ancak onları demokrasilerin izlemesi, iktidarın hatalarıyla gitmesini bekleyen değil; yerine koyacağı düzen için mücadele edenler sayesindedir.

Tam da bu noktada, avukatlar günlerdir öğretici bir pratik sergiliyor. Tekçi baro dayatmasına karşın, açıklamalarla, görüşmelerle yetinmeyip yürüyorlar. Yürüyor, yürüyorlar…

Gerçek anlamda iktidar da, iktidarın hatalarıyla gitmesini beklediğinizde değil, iktidara “yürüdüğünüzde” geliyor!