Bir futbol maçı kaç kişiyle oynanır desek hemen herkes on birerden, yirmi iki, der. Çok kabaca futbolseverleri ikiye ayırabiliriz: Maçı televizyondan izleyenler, tribünden izleyenler. Benim tribün sevmemin bir sürü nedeni var ama bunlardan en önemlisi ‘olay yeri’nde ‘olay anında’ bulunmak. Sadece televizyondan gördüğümü değil tüm sahayı görmek. Televizyon gol atan futbolcunun hırslı suratıyla çimlerde kaymasını, tribünlere koşmasını, takım arkadaşlarının altında kalmasını gösterirken rakip kaleciye bakmak istiyorum. Yedek kulübesine, deplasman seyircisine, hakemlere ve hatta tribünlere. Yazanı değil satır aralarını okumak istiyorum. Gözükeni değil asıl olana bakmak istiyorum. Dolayısıyla özetle denebilir ki ben ‘topsuz alan’ izleyicisiyim. Hal böyle olunca benim gözümde futbol 22 kişilik bir oyun değildir. Stat sınırları dahilinde oyun çok kalabalıktır. ‘Stadı boş ver, sahaya bak.’ denirse de 22 değil 23 derim.
Hep söylüyorum sahanın en talihsiz adamları hakemler ve kalecilerdir. Doğru yaptıkları her şey doğal, yapmaları gerekendir; yapamadıkları ise ipe götürür. Kaleci ‘zaten’ kurtarış yapmalıdır; hakem ‘zaten’ her şeyi görmelidir. Gel gelelim kalecinin arkasında duracak takım arkadaşları, hocası vardır. Hakem dediğinse yapayalnızdır. Kimseye yaranamayan, yüzüne karşı küfredilen, ne karar verirse versin hep bir tarafın nefret ettiği… Tribünlere ceza gelmeden önce cinsel tercihlerini sorguladığımız, her düdük sonrasında “Yeter Yıldırım Demirören” diyerek şikayet ettiğimiz onlar. Maçın bitiş düdüğü çalıp evine gitse bile televizyonda verdiği kararları yorumlayan onlarca program ve hakaretle karşılaşan yine onlar.

Hakem sözcüğü Arapça yargıç sözcüğünden alıntı. Karar veren, hükmeden, yargılayan demek. Geçtiğimiz günlerde kendi kendini yargılayan ve mesleki açıdan kalemini kıran Deniz Çoban’ı konuştuk. Kasımpaşa – Çaykur Rizespor maçı sonrasında teknik direktör Rıza Çalımbay canlı yayında maç sonrası yorumunu verirken birden yanında beliren orta hakem verdiği penaltının ve kırmızı kartın yanlış olduğunu; her iki takımdan da özür dilediğini açıkladı. Tüm bunlar olurken sadece izleyici olarak biz değil, hem Çalımbay hem de muhabir şaşkınlığını gizleyemiyordu. Türkiye’de ilk kez bir hakem çıkıp hata yaptığını söyledi ve biz şoka girdik.

Olaydan sonra yorumculara kritik pozisyonlardan çok daha ağdalı bir konu çıkmıştı. Erman Toroğlu “Hakem, hakem gibi olacaktır. Doğru ya da yanlış düdüğünü çalıp, basıp gidecektir. Deniz Çoban gidip çobanlık yapsın.” dedi. Engin Verel “Saç ektireceğine göz doktoruna gitseydi.” diyerek 90’ların ‘gözüne gözlük, eline sözlük’ zamanlarına döndürdü. Daha birçok acımasız eleştiri geldi Çoban’a. İm. Orta hakem verdiği röportajda ‘O an yapmam gerekenin o olduğunu hissettim ve yaptım. Fakat hakemlik sınırını aştım.’ diyerek gözyaşları içinde istifa etti. Elbette bu memlekette ağlayan erkeğe zayıf gözle bakıldığından yine demediklerini bırakmadılar.

Çoban’ın en garip sözü ‘Normalde 90 + 5’te penaltı çalarsan futbolcular etrafını çevirir, itiraz eder. Herkes, sen bir daha bu stada gelme, kapısından girme, seni şöyle yapacağız, hakemliğini bitireceğiz der. O gün kimse bir şey demedi.” demesi. Tehdit edilmemesini, küfür yememesini anormal olarak görmesi bile belki de her şeyi açıklıyor. Bizde hakemlik de erkeklik de sertlikle ölçülür. Futbolcu yanına itiraz için geldiğindeki dik duruşun, dokunmak istediklerindeki horozlanman, penaltı noktasını gösterirken kaşlarını çatışın ve tabii ki ne olursa olsun dediğim dedik olmandır kriter. İnandığı şeyi yapıp bunun bedeline katlanan bir adam var ortada. Biz ne dersek diyelim bir insanlık var ortada. Önce herkes kendi kendinin hakemi olsun, sonrası huzur.