Hatay Restoran bildiğimiz gibi

Haftada iki, üç olan meyhane ziyaretlerimiz iki ayda bir, ikiye düştü. Hâl böyle olunca daha seçici davranıyor insan. Artık dışarıda yemek yemek ciddi bir alışveriş, bir yatırım.

Hatay Restoran'a uzun zamandır gitmiyordum. Geçen gün giderken de ayaklarım geri geri gitti, ne yalan söyleyelim. Çünkü Hatay devrolmuştu ve neyle karşılaşacağımı bilmiyordum.

Bilmeyenler için anlatayım. Hatay, 1967 yılında açılmış. O zamanlar Kadıköy'de. 1986’dan beri de Bostancı'da, Bağdat caddesi üzerinde hizmet veriyor. 1979’dan yakın zamana kadar ise kurucusu Ali Demir'in oğlu Tevfik Demir ve Mehmet Ali Işık işletiyordu Hatay Restoran'ı.

Hatay, yıllarca sanatçıların buluşma yeri olmuş. İki katlı mekânın bütün duvarları sanatçıların fotoğrafları, el yazıları, şiirleri, öyküleri ile dolu. Resim sergileri, imza günleri yapılıyor, edebiyat etkinlikleri düzenleniyor.

Dedim ya, korka korka gidiyordum Hatay'a. Acaba yeni sahibi, bu ‘kültür merkezi’ geleneğini devam ettirecek miydi?

***

Hatay'ın müdavimlerinden Cemal Süreya bakın neler söylemiş: “Hatay bir içki evi. Ama biz sanatçıların özellikle de Kadıköylülerin hayatında işlevi niteliklerini aşan bir ağırlığı da olmuş. Evimiz olmuş bizim. Duvarlarına yazarların fotoğrafları, dergi sayfaları asılan bir yer Hatay... Defteri olan tek meyhane belki de... Cevat Dereli, Burhan Uygur, Edip Cansever gelir, o deftere resim yapar, şiir yazarlar. Yüzlerce şairin dizeleri birbirleri için yazdıkları satırlar. Bir kahvedir aynı zamanda. Çay içmek için de gidebilirsin. Ben birçok yazımı orada yazdım. Posta Kutusu: Mektuplar oraya gelir. Bir taşra lokantası gibidir, yeme içme de şart değil...”

***

Biraz erken gittiğimiz için dükkân bomboştu. Alt katta bir masaya oturduk. Hiçbir şeye dokunulmamış, her şey olduğu gibi duruyordu. Sevindim. Eskiden de erken giderdim Hatay'a, Mehmet Ali Abi ile sohbet ederdik.

Zaman ilerledikçe masalar dolmaya, ortalık şenlenmeye başladı. Bir süre sonra mekânın yeni sahibiyle tanışmak istediğimi söyledim. En korktuğum boynunda altın zincirli, müteahhit tipli biriyle karşılaşmaktı. Öyle olmadı. Karşımızdaki iki dirhem bir çekirdek giyinmiş, son derece kibar ve saygılı, kaligraf Osman Kartaler idi. Masamıza davet ettik, bizi kırmadı.

***

Osman 1981'de Eskişehir'de doğmuş. Yirmili yaşlarının başlarında televizyonda kaligrafi sanatını görüyor ve bu sanata âşık oluyor. O zamanda beri çiziyor. Özel sektörde çalışmaya başladığında maaşının çoğu kâğıda, kaleme, boyaya gidiyor.

2003 yılından beri her gün kalemi mutlaka eline alıyor Osman Kartaler. 2014 yılında ilk sergisinin davetiyelerini dağıtmaya başladığında başından geçeni şöyle anlatıyor:

“2014’te ilk sergimde çok heyecanlıydım. Öyle ki eşe dosta dağıtmak için davetiyeler falan bastırmıştım. Kadıköy-Moda civarındaki dostlarıma davetiye götürdüğümde Cemal Süreya Sokağı’ndan geçtim. Orada onun yaşamış olduğu ev var. “Ah, keşke hayatta olsaydın da sana da davetiye bıraksaydım Cemal Süreya” diye iç geçirdim. Evin kapısına bir davetiye sıkıştırdım. Arkadaşım hafiften dalga geçti, ne yapıyorsun diye. O anı ileride tekrar hatırlamak için sokak tabelasının önünde bir fotoğraf çektik. İki gün sonra sergim açıldı. Sergi günü de Instagram’dan “Cemal Süreya’ya davetiyesini bıraktım, hissedeceğini biliyorum” diye bir ileti paylaştım. Sergi hem haberlerde hem de yazılı basında haber olarak çıktı. Cemal Süreya’nın kardeşi Perihan Hanım, serginin haberini Cumhuriyet gazetesinden okumuş. Kızlarına haber vermiş, sizin böyle bir sergiden haberiniz var mı diye. Onlar da hemen adımı Google’da görsellerde aratmışlar ve benim Cemal Süreya Sokağı tabelası önünde davetiye ile çektirdiğim fotoğrafı ve “Cemal Süreya’ya davetiyesini bıraktım, hissedeceğini biliyorum” iletisini görüp Perihan Hanım’a göstermişler. Perihan Hanım çok duygulanmış, beni hemen sergiye götürün demiş. O yaşlı hanım bir saat boyunca bütün tablolara tek tek baktı… Sonra yanıma yaklaştı, “Osman Bey, siz, Cemal Süreya’ya davetiye götürmüşsünüz, o gelemedi, biz geldik, ben onun kardeşiyim,” dedi. Nasıl duygulandığımı anlatamam. Sarıldık birbirimize. Ağladık. Yoğun bir duygu seli. Büyülü işte. Çok değerli.”

***

Osman Kartaler de Hatay'ın müdavimlerinden. Bundan beş ay önce Mehmet Ali Abi, alıyor Osman'ı karşısına diyor ki: “Ben yoruldum. Mekânı devredeceğiz. Herhangi birine gitsin istemiyorum, burayı devam ettirsen ettirsen sen devam ettirirsin.”

Bir kaligrafi sanatçısı Osman Karteler'in mekânı devralacak maddi gücü yok. Ama bir mucize gerçekleşiyor ve Osman'ın adını gizli tutmak istediği bir büyüğü yatırımcısı oluyor. Güzel şeylerin her geçen gün yok edildiği ülkemizde bu tarih bu şekilde ayakta kalmaya devam ediyor. Yolu açık olsun...