Zafer KÖSE Adnan Kahveci Kavşağı, Bornova’dan gelen araçları Altıyol’a ulaştırıyormuş. Evlerinin balkonuna çıkan insanlar geniş yollar görüyormuş. Caddeler güzelmiş, capcanlı bir trafik akıyormuş. Tam oradaymış çınar. Alija İzzet Begoviç Caddesi ile Osmangazi yolunun kesiştiği yerde. Ama balkondan bakanlar bir kavşak görüyormuş, çınar değil. Çınar hem varmış hem de yokmuş. Kesilmiş. Kavşak yapmak içinmiş, trafiğin akması […]

Hatıralar bugüne dahilmiş
Zafer KÖSE

Adnan Kahveci Kavşağı, Bornova’dan gelen araçları Altıyol’a ulaştırıyormuş. Evlerinin balkonuna çıkan insanlar geniş yollar görüyormuş. Caddeler güzelmiş, capcanlı bir trafik akıyormuş. Tam oradaymış çınar. Alija İzzet Begoviç Caddesi ile Osmangazi yolunun kesiştiği yerde. Ama balkondan bakanlar bir kavşak görüyormuş, çınar değil. Çınar hem varmış hem de yokmuş. Kesilmiş. Kavşak yapmak içinmiş, trafiğin akması içinmiş. Eskidenmiş. Balkona çıkıp bakanlar nerden bilsinmiş. Nasıl görsünmüş.

Ama o çınar gerçekmiş. Hâlâ duruyormuş orada. Gidip görmek mümkün değilmiş. Hatıralar Manavkuyu’ymuş. Öyle demiş Tacim Çiçek. Kitabın adı buymuş. 237’nci sayfaya gelince, o çınar görünüyormuş. Dallarına salıncak kurulurmuş. Etrafında boş alanlar varmış. Yeşillikler, dinlenen insanlar, sakin akan hayat. Salıncaklar bulutlara ulaşırmış. Kesmişler. Bulutları, çocuk seslerini, yeşillik içindeki zamanı baltalamışlar.

KANAT ÇIRPAN BİRER GÖZ

Ama hatıraları kesememişler. Kitabın o sayfasında duruyormuş işte o çınar. Gövdesine koca bir baltayla vuruyorlarmış. Onlarca kuş havalanıyormuş dallarından. Yüzlerce, binlerce kuş… Meğer onlar birer okurmuş. Kanat çırpan birer gözmüş. Her bir kuş, bir okurun gözünü alıp dolaştırıyormuş. Meğer o kuşlardan biri sizin gözünüzmüş. 242 sayfa boyunca üzerinden geçtiğiniz arazileri, sokaklardaki insanları, evlerin pencerelerini hep o sayede görmüşsünüz. Gözünüzü taşıyan kuşun daha ilk kanat çırpışında, “Bir kenti güzel yapan nedir acaba?” diye sormuşsunuz.

O kuş, gözünüzü alıp başka bölgelere de çabucak ulaştırabiliyormuş. Ceyhan’a uçuveriyormuş mesela, Tacim Çiçek’in babasını görmeniz için. Eski yıllardaymış. Orada yaşıyorlarmış. Geçmiş zamana da gidip gelebiliyormuş o kuş. Babası, genç Tacim’i askere gönderiyormuş. Menemen’e. Zaten yıllar sonra “Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu” diyecekmiş Tacim Çiçek. Ceyhan’daki anılarını anlattığı kitabının adı bu olacakmış.

Ama o da neymiş? Yüksekten geçerken birden araziye yaklaşıyormuş gözünüz. Hızla aşağıya kanat çırpıyormuş. Burası Ceyhan değilmiş. Ne İzmir’miş ne de Manavkuyu. Ormanlık alanın içine giriyormuşsunuz. Kuzugöbeği mantarları varmış orada. Bunlar Morchella cinsine ait bir bitkiymiş. Lezzetli bir yiyecekmiş. Çeşitli vitaminler, kalsiyum, mineraller… Mantarları inceliyormuşsunuz. Nedenmiş acaba?

A, işteymiş, Tacim Çiçek oradaymış. Gençlik günlerindeymiş. Arkadaşlarıyla mantar topluyorlarmış. Onları götürüp İzmir’de mi satacaklarmış? Arkadaşları takılıyormuş Tacim’e. Bu işi pek beceremediğini düşünüyorlarmış. Onun aslında bir hikâye toplayıcısı olduğunu daha o zamanlar anlıyormuş arkadaşları.

NE KADAR HIZLI OLMUŞ

Sonra, bir Heyamola Yayınları varmış. Hikâye toplayanların hatıralarını bir araya getiriyormuş. Önce Tacim Çiçek’in Ceyhan’daki Çocukluk yıllarını toplamış. Sonra, İzmir hatıralarını da istemiş. Birçok yazarın İzmir’ini yan yana koyup dizi yapıyormuş. İzmir’im dizisiymiş. Onca kitaptan sonra, Tacim Çiçek’in bir de İzmir anıları böyle dile gelmiş. İzmir’in Bornova’sının Manavkuyu semtinde, 35 yılda ne kadar çok değişmiş! Ne kadar hızlı olmuş her şey!

Ne kadar çok hikâye varmış hayatta. Ne kadar çok yollar kesişmiş.Tarık Dursun K, Hüseyin Yurttaş, Burhan Günel, Ali Yüce, Türkel Minibaş… Kendi yolunu açan onca yazarla onca festival, etkinlik, onca hatıra… Erdal Atabek, Mustafa Ekmekçi, Aydoğan Yavaşlı, İlhan Selçuk, Oktay Ekinci… Bir de kahveciler, berber çırakları, kenar mahallelerde işçiler. İnsanlar. Gözünüz gibi seviyormuşsunuz meğer onları.

O çınardan havalanan binlerce kuştan birinin gözüyle böyle bakıyormuşsunuz İzmir’e. İnsanlara, Manavkuyu’ya. Oraların bugünkü halini, sayfaların arasındaki fotoğraflardan görüyormuşsunuz. Bazen geriye sarılan bir film gibi izleyebiliyormuşsunuz. Anlıyormuşsunuz sonunda; bir kent, eskiden yaşamış insanlarıyla birlikte varlığını sürdürüyormuş. Bugün o sokaklarda, o apartmanlarda, o parklarda soluk alan insanların toplamından daha farklı bir şeymiş, kent denilen şey. Bazen biraz daha eksik, çoğu zaman onlardan daha fazla bir şey… Kaldırımda yanından geçtiğiniz her bir insanın, akıp giden bir hikâyesi varmış. Birbiriyle kesişen ve çoğu da bilinmeyen hikâyelerden oluşuyormuş, kent dediğiniz. Hatıralarmış kent, eski hikâyelermiş.

Ve hatırlarlar aslında bugüne dahilmiş.