Hani güneşin insanın içini ısıttığı, masmavi, pırıl pırıl bir güne uyansam, çocukluk günlerindeki gibi, günlerden cumartesi, aylardan nisan…

Uykumu alamamış olsam, minicik ayaklarım, dizlerimde futboldan yadigâr yaralar. Küçücük yatağımda mahmur gözlerle bakarken etrafa, dışarıdan geçen simitçinin sesi yankılansa evlerde, taze simit kokusu gelse burnuma, kahvaltı masası çoktan hazırlanmış, çay demlenmiş, eski radyoda Zeki Müren şarkıları, köşede siyah beyaz televizyon, balkonda minik bisikletim, futbol topum…

Annem, babam beni çağırsa…

Kurtuluş’ta, o eski sokakta, adını mahallenin isminden alan dört katlı mavi apartmanın küçük bir dairesinde uyansam bir sabah yeniden, Sarman yine yaramazlık yapsa, asmalı, minicik balkon, sokakta tek tük park etmiş arabalar, güneş dolsa evin içine…

Herkes eskisi gibi, hemen herkes tanıdık, hiç kimse ölmemiş olsa…

Evin arkasındaki bomboş arsa, çocukları beklese yine, hep çocuklar oynasa o arsada, hani yaz, kış top oynadığımız, mahalle maçlarında bazen yenilip, bazen yenildiğimiz kale direkleri olan boş arsada…

Yan apartmanda Faik, Babür, birkaç apartman ötede, Varol, Halit, Kadir otursa, en iyi arkadaşlarım. Ben yataktan kalkarken tembel tembel, annem “Istersen Faik’i de kahvaltıya çağır” diye seslense, ben bir süre Sarman’la oynasam…

Sonra kahvaltımı ederken, çilek reçeli kokusu yayılsa odaya, babam kahvesini içerken gazeteleri okusa, ben anlamasam yazılanları, benim gazetelerim değil, bir sürü Teksas, Tommiks’im vardı ya…

Öğlene doğru, babam “Maça gidelim mi?” diye sorsa, sonra yüzümdeki heyecana gülse, o daha sorusunu bitirmeden ben Ankaragücü formamı çoktan giymiş olsam, kimin maçı olduğunu bile sormasam…

Sonra, evimizin önündeki Sarı Zephyr’e bindirse beni, başında spor şapkası, çok sevsem ben arabamızı, ön koltukta otursam. Annem, “Geç kalmayın” diye tembih etse. 19 Mayıs Stadının yollarına düşsek yeniden, sokaklar pek tenha…

O gün, Ankaragücü’nün, Gençlerbirliği’nin, PTT’nin, Şekerspor’un maçları olsa, biz stada yaklaşırken heyecan sarsa içimi, “Kimin maçı var?” diye sorsam babama. Bana, takımları, futbolcuları anlatsa, Ertan Adatepe’yi, Zeynel Soyuer’i, Elma Fikri’yi. Ben pek dikkatli dinlesem anlattıklarını…

Stada girince, dış sahalardaki maçlara baksak bir süre, takımları, oyuncuları bilmesem de, uzun uzun izlesem olup biteni, hava sıcak, kana kana su içsem termostan, “Neden bu sahalar çim değil?” diye düşünsem bir süre, aklıma evimizin arkasındaki arsa gelse…

19 Mayıs Stadında sarı-lacivert, sarı-siyah, kırmızı-siyah bayraklar dalgalansa, o günkü futbol şölenine hazırlanmış olsa 19 Mayıs, etrafta futbol sevdalıları, seyyar satıcılar, sucular, yaşlılar, gençler, ortalık bayram yerine dönse …

Köfteci Ferit’in köfte arabasının önünde uzun kuyruklar, yanı başımızdan Amigo Sefa geçse, durup hâl hatır sorsa, sohbet etse babamla bir süre…

***

Sonra turnikelere yönelsek yavaş yavaş, hoparlörden bir kadın sesi yankılansa, “Bugün oynanacak maçın takım kadrolarını veriyorum,” dese, tribünler kıpır kıpır olsa…

Maraton tribününde ki aynı yerimize otursak, betonun üstüne, altımıza gazete kağıtları sersek, püfür püfür bir rüzgâr esse, etrafımızdaki simalar hep aşina, babam sohbete dalsa etrafındakilerle, hep futbol konuşsalar, yanımızda oturan yaşlı amca, “Çekirdek ister misin?” diye sorsa…

Herkes futbolu çok sevse…

Sonra ilk maçın başlamışına yakın, sarı-siyah PTT çıksa sahaya.

Cavit, Yetik, Esen Ali…

“Bir P, iki T, Işte PTT!” tezahüratı yankılansa statta…

Amigo Sefa bir orkestra şefi inceliğinde yönetse taraftarı, o yürekten tezahürat stadın etrafından duyulsa. P-T-T gol attığı zaman “Golü kim attı?” diye sorsam babama, gülümsese, yanı başımızda ki yaşlı amca “Zeki attı evladım,” dese…

Sonra bitse birinci maç, herkes heyecanla esas maçı beklese, ikinci maç Ankaragücü’nün ya. Bir heyecan sarsa tribünleri, şimdi sanki tribünler daha da kalabalık gibi gelse gözüme, elindeki koca turşu kavanozları ile herkesin tanıdığı turşucu geçse önümüzden…

Sonra sarı lacivert çubuklu forması ile sahaya çıksa Ankaragücü, yer yerinden oynasa, o gürültüye pek şaşırsam, neredeyse tüm stat Ankaragüçlü ya…

Kalede Baskın, sonra Remzi, Ismail, Erman, Müjdat, Sakıp, Candan…

“Gururluyuz güçlüyüz Ankaragüçlüyüz!”tezahüratının başını çekse Amigo Sefa, arkalardan biri “Bastır Ankaragücü!” diye haykırsa...

Sonra gol attığı zaman Ankaragücü ortalık karnaval havasına bürünse, sanki öyle bir sevinç hiç yaşanmamış gibi ve maç sonunda galip geldiği zaman Ankara’nın sarı laciverdi yüzler öyle hep gülse...

“Haftaya kimin maçı var?“ diye sorsam babama, hiç ayrılmak istemesem o staddan, bitiş düdüğünden sonra bile uzun uzun baksam yeşil çimenlere...

Tribünler yavaş yavaş boşalırken, içimi bir hüzün kaplasa...

Babam, “Annen bekler, artık eve gitme zamanı...” diye hatırlatsa...

19 Mayıs Stadı yine öyle dolu, yine öyle sevdalı, yine öyle bizim olsa...

Ankaragücü, Gençlerbirliği, PTT, Şekerspor, Hacettepe, Demirspor, Güneşspor...

Yaşlı amca, Köfteci Ferit, Turşucu Hurşit, Amigo Sefa...

***

Eve dönerken, babamla hep maçı konuşsak, sonra Mürşit fırına uğrasak, taze ekmek alsa babam, kocaman olsa ekmek, sıcacık olsa, yol boyunca kenarlarını tırtıklasak...

Annem açsa bize kapıyı, heyecan ile anlatsam o gün olup biteni, galip geldik desem, gelecek hafta da maça gideceğiz desem...

Babam anneme, “Akşama Konak Sinemasına gidelim mi?“diye sorsa, o akşam Vahi Öz’ün oynadığı siyah beyaz bir film oynasa sinemada, babam çok sevse o filmleri...

Eski radyoda Zeki Müren şarkıları çalsa...

Her şey yine eskisi gibi olsa…

Kimse ölmemiş olsa...