Yeni romanıyla okuyucularıyla buluşan Ceyda Aşar romanına dair; “Bir olayı hatırlamakla, o olayın bizdeki izini hatırlamak çok farklı şeylerdir. Hatırlama bir doğruluk, bir hakikat arayışıdır ve eğer unutmaya alışırsak en tehlikeli sulara, bitmeyen girdaba doğru çekiliriz” diyor.

Hatırlamak doğruyu gerçeği aramaktır
Ceyda Aşar. (Fotoğraf: BirGün)

Gizem ERTÜRK

"Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku", "Kıyıdakiler" Ve "Kök" filmlerinin senaristi olarak tanıdığımız Ceyda Aşar’ın “Fena Şeyler, Mutlu Sonlar” adlı romanı, Karga Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Biz de bu vesileyle kendisine sorularımızı yönelttik.

“Fena Şeyler, Mutlu Sonlar” hafızaya dair bir roman. Bir filmde duyduğum şu replik beni çok etkilemişti. “Hiçbir Şey Yaşandığı Gibi Değil Her Şey Hatırlandığı Gibi”. Bu cümleye romanla da bağ kurarsak, neler söylersin?

Hatırlamanın da ötesine geçiyorum aslında… Hatırlamayı da yıkmaya çalışıyorum. Kitabın kapağında da, “herkes kendi yazdığı hikâyeye inanır, bir başkası bunu değiştirene dek” yazıyor. Burada kast edilen, yalan değil. Bir kurmaca makinası olan zihin. Hafızanın etkin bir arayış, aktif bir eylem olduğu fikriyle yola çıktım. Bunun için de karakterlerim, geçmişin nesneleriyle, nostaljiyle yaşayan ama asıl hatırlaması gerekenleri yanlış anımsayan bir genç kadın, yani anlatıcımız; 80 sonrasının hafıza kaybı yaşamış bu ülkesi; bir kasabanın kendine dair yarattığı anlatılar silsilesiydi… Konu, iki kız kardeşin güneydeki bir sahil kasabasına uzanan bir yol ve arayış hikâyesi gibi görünse de bundan çok daha fazlasını yüklendi kurgu.

Bir yerde ana karakter şöyle diyor: “Belki de hiçbir şey hatırladığımız gibi değildi, sonradan kurguladıklarımızla sonsuz bir değişim içindeydi.”

Sabahatin Ali’nin şu satırları beni çok etkiler “Bazen ‘belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede’ geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında; alışıyorsun zamanla…”

Alışmak tehlikeli bir duygu durumu ve zamanla alışıldığına, zamanla geçtiğine, hiçbirine inanmıyorum. Kişisel gelişim dünyasının dayattığı “iyi ve mutlu ol” pratikleri derinliksiz geliyor. İzleri ve yaraları takip etmeyi önemsiyorum çünkü o yaralar bir dönemi, bir ülkenin ruhunu, yerli bir halkın gündelik ritmini ve kişisel travmaları ele verir. Bir olayı hatırlamakla, o olayın bizdeki izini hatırlamak farklı şeylerdir. Hatırlama bir doğruluk, bir hakikat arayışıdır ve unutmaya alışırsak en tehlikeli sulara, bitmeyen girdaba doğru çekiliriz.

FENA ŞEYLER, MUTLU SONLAR - Ceyda Aşar - Karakarga, 2022FENA ŞEYLER, MUTLU SONLAR - Ceyda Aşar - Karakarga, 2022

Roman iki kız kardeşin geçmişiyle yüzleşme öyküsü. “Bana mutlu bir çocukluk hediye eden canım aileme…” diye bir ithafta da bulunmuşsun. Yaşamadığın duyguları tezahür etmek için nelerden beslendin?

Yaşamadığım duyguları tezahür etmek benim için daha kolay çünkü kişisel hayatımdaki deneyimleri dönüştüren biri değilim. Özel hayatımda yaşadıklarımı ve yazdıklarımı birbirinden ayırırım çünkü yazı masası bambaşka, daha büyülü, daha sıradışı, şahsımdan farklı bir dünyaya sokmalı beni. Ayrıca, karakter üzerinden yapıyı kuran biriyim, Zeynep karakterini hayal ettikçe, oyunculuk metodlarından da beslenerek “içten dışa” çalışarak onun duygularını, evini, geçmişini kurguladım. 80’lı, 90’lı yıllara dair kitaplar okudum, müzeci titizliğiyle dönemin nesnelerini listeleyip, kurguyla tutarlı olanları, duyu hafızasını harekete geçirenleri seçip, diğerlerini eledim. Kasabada yaşamadığım için kasaba kültürüne dair okumalar yaptım, biraz gezdim, o dönemin Ankara’sını da bilmiyordum, araştırdım. Dört koca not defteri tamamlandığında, benden çok farklı olan Zeynep karakteri ve tüm çevresi kanlı canlıydı ve romanla artık vedalaşabilirdim.

Bir yazar olarak seni ülkede en çok yoran şeyler neler?

Bir ülkede sanattan ve edebiyattan çok siyaset konuşuluyorsa, zihninler değişmeye, dönüşmeye başlar. Siyaset soyut bir kavramdır ve ne zamanki sokağımızdaki inşaata, evimizdeki yemeğe, kapımızdaki eril tehlikelere kadar fazlasıyla görünür olur, somutlaşır, bas bas bağırmaya başlar, hatta bir öfkeye, korkuya, otosansüre dönüşür, o zaman artık kapıyı kapatıp yazmak da mümkün olmayacaktır.

Yakında Kök isimli kısa filmin de geliyor. Detaylarından bahseder misin?

Şebnem Hassanisoughi ve Deniz Karaoğlu’nun başrolleri paylaştığı, 15 dakikalık “Kök” kısa filmimizi Şubat 2022’de 25 kişilik profesyonel bir ekiple çektim. Kurgu, color ve ses çalışmalarını tamamladık, 20 kişilik test izlemeler yaptık ve geçer not aldık. Şimdi, festival başvurularına ve seyirciyle buluşmaya hazır. Bir gün ormanda yürürken şu cümle aklıma düştü: “Doğa bizi asla aldatmaz, kendimizi aldatan biziz.” Buradan bu kısanın hikâyesi doğdu. Ne roman, ne uzun senaryo olabilirdi. Biçimi içerikle birlikte kısa film olarak doğdu. Dünyanın bu dönem, en büyük sorunlarından biri, düalitenin yeniden çok baskın olması. Eril ile dişilin karşı karşıya gelişi… Bu iki kavramı cinsiyet olarak değil bir varoluş biçimi olarak kullanıyorum. Sistemin, evlerin, ekonominin dayattığı her şey eril tahakkümlerdir. Oysa, “kadınlar, kendilerini erkekler gibi spot ışıkları altında değil, varlıklarının derinliklerinde ararlar.”