Neden bu kadar çok konuşuluyor, biliyoruz aslında. Hatırlanmak için.

Egemen Bağış pazar günü “İstanbul’un akciğeri Çatalca’dan CHP zehrini atıp AK hizmetle Çatalca’ya nefes aldıracak Savaş Barutçu kardeşi”nin adaylığını kutlarken Kuzey Ormanları aklıma geldi.

Üçüncü havaalanından üçüncü köprüye kadar türlü sebeple gündeme gelen, İstanbul’un akciğeri tabirini fazlasıyla hak eden Kuzey Ormanları. Sürdürülemeyen ekonomiye hayat öpücüğü vermek için köklerine göz dikilen güzelim ağaçlar ve koca bir hayat zinciri. AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nin korunmasını hayati bulduğu Kuzey Ormanları. Recep Tayyip Erdoğan’ın 1995 yılında “3. Köprü İstanbul

için cinayettir. Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılarak katledilmesinden başka bir şey değildir. İnşallah bu cinayet bitmeden Hükümet değişir” derken işaret ettiği yer.

On yıllarca hatırlanmayı çoktan garantileyen Sayın Ahmet Davutoğlu ise aynı gün “.. istikametimiz değişmez, özgüvenimiz sarsılmaz yolumuza ilk çıktığımız andaki ilkelerimiz yine yolumuzu yenileyerek aydınlatmaya devam ederse 30-40-50 yıl sonra Gezi olayları, 17 Aralık falan hatırlanmayacak” buyurmuşlar. Benim tahminim biraz farklı (bkz. Unutulmaz Derbilerimiz, BirGün, 03.12.1013). Ayrıca “istikametimiz” için ne kadar belirleyici bilemiyorum ama, halen Suriye, Mısır ve İsrail’de “büyükelçimiz” yok, lira sürekli değer kaybediyor ve ülkedeki en yaygın ortak kanaat yargı sisteminin öyle ya da böyle çökmüş olduğu.

Hatırlanmayacak denilen Gezi Direnişi’nin toplumsal hafızadaki etkisi o kadar büyük ki, Gezi’yi bütün kötülüklerin anası sayanlar bile sürekli onu anmadan duramıyor. Örneğin Sayın Başbakanımız halka hitaplarından birinde “Gezi eylemleri sırasında Kadıköy’de duvarlara yazılan ‘zulüm 1453’te başladı’ yazısını unutmayın” dediler. Doğrusu benim bu duvar yazısından haberim yoktu. Bence milyonlarca insanın da haberi yoktu. Kaldı ki bu cümle çapulcuların ortak hissiyatını filan da ifade etmiyor. Dolayısıyla unutmamamız gerektiği söylenen cümle de, bunu unutmamamızın söylenmesi de türlü türlü yorumlanabilir. Ama şununla kastedilen galiba yoruma yer bırakmıyor: “Gezi olaylarında, Taksim Platformu, 3’üncü havalimanına, 3’üncü köprüye, enerji santrallerine ve Kanal İstanbul’a karşı çıkmıştı. Başbakan Yardımcıma geldikleri zaman bunları önüne koydular. Yazıklar olsun size”.

Kurguyla gerçeği ayırt etmekte hep zorlanan bir toplum olduğumuzu bilsem de, bu coğrafyada hayatın bu karışıklığı dayattığını da düşünmeden edemiyorum. Bir de Berkun Oya’nın 16 Kasım 2012’de Radikal’de yayınlanan “Kopenhag” adlı yazısını. Hikâye bu ya, 850.000 kişiyi barındıracak Tahsintepe toplu konutlarının açılışını yapmakta olan bir başbakan, “fısıldayarak başlayıp, gittikçe yükselen bir sesle, anlaşılmayan bir dilde konuşmaya, sonunda bağırmaya” başlıyor ve..

..“sonunda, Türkçe, yüksek sesle ve yüzünde mahsun bir ifadeyle şu sözler dökülüyor dudaklarından:

türk kürt rum müslüman

ermeni gay yahudi roman

fener cimbom trabzon ve çarşı

gelin oturalım boğaza karşı

bir fıkram var ey dostlar

anlatmazsam öleceğim

derdim kendimle benim

elbet bir gün çözeceğim..”

Şükürler olsun ki neyin nasıl hatırlanacağına, hikâyelerin nasıl kurulacağına ve tarihin nasıl yazılacağına onca baskı ve şiddete rağmen hâlâ politikacılar karar veremiyor. Ama kendilerinin nasıl hatırlanacağını elbette en çok kendileri belirliyor.