Dört bir yandan eylem haberleri geliyor. Renkli şirket montlarıyla görünür olan motokuryeler, fabrikalarda ve zincir marketlerde greve çıkan işçiler, çiftçiler, değişik protesto yöntemleriyle sokağa çıkan emekçiler, esnaf… Son günlerde daha çok işçiler önde.

Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel” demek yanlış olmasa da, “Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı” denemez henüz.

Metin Özuğurlu, geçen hafta, baharı yakın kılmak için; “1848 proleter devrim dinamikleri ile 1968 devrimci dalgasının dinamiklerini sentezleyerek aşacak enternasyonalist bir devrimci hareket”e ihtiyaç olduğunu yazmıştı.

Son yıllarda, dünyanın pek çok yerinde etkili olup siyasal iktidarları sarsan protestoların ortak özelliği, belli bir liderinin olmaması. Bundan hareketle epeyce çalışma yapıldı ve muhalefete dair öneriler geliştirildi.

Türkiye, iktidar için bir varlık-yokluk meselesine, vatandaşlar için de nasıl var olabileceklerine dair kritik bir seçime giderken ve “siyaset sınıfı” da ittifaklara kilitlenmişken, tabanda belli bir merkezi liderlikten yoksun protestolar yükseliyor. Şimdi, özellikle sol siyasal öznelerin bu konuda düşünmesinde fayda var!

Bizdeki gelişmenin dünyanın son on yılda ağırlıkla tartıştığı “lidersiz protesto hareketleri”nden bazı farklılıkları var. Yerel ve parçalı bir halde, ama bu dünyanın başka yerlerinde gördüğümüz ve bazen milyonluk sokak hareketlerine dönüşen protestoların başlangıcında da böyleydi. Asıl fark, galiba burada işçi eylemliliğinin öne çıkmaya başlamasında ve bu eylemlerde de kısmen sendika etkisinin kısmen de sendika talebinin öne çıkmasında.

Yine de, hâlâ belirgin özellik merkezi bir örgütlenmeden ve liderlikten yoksun olması.

Eski Çin filozoflarından ve Taoizmin kurucularından Lao Tzu’nun, “En iyi lider insanların varlığını belli belirsiz bildikleri liderdir” sözünü pek severim. Tzu’nun bu sözüyle kastettiğinin, amaç gerçekleştikten sonra kitlelerin “Bunu biz başardık” diye düşünmeleri olduğu söylenir.

BİZ başardık! Bu, gerçekten de, daha güzel bir başka dünyanın kuruluşunda lidere bel bağlamaktan daha işe yarar, daha yapıcı ve her bireyi etkin/özne kılan bir duygudur.

Ancak, son yıllarda epey parlatılan hiç lider olmaması, belli bir örgütün liderlik yapmaması hali varlığı belli belirsiz hissedilen liderlik halinden çok daha farklıdır! Bazıları kısmen başarıya ulaşsa da, örgütleyiciliği büyük ölçüde sosyal medyaya atfedilen son yılların kitle hareketlerinin gerçek toplumsal dönüşümlere yol açamadığını da gördük zaten!

Bu alandaki literatürün çok tartıştığı örneklerden biri olan Hong Kong protestolarının mottosu Bruce Lee’nin bir sözüydü: “Su gibi ol, formsuz ve şekilsiz!

Formsuz ve şekilsiz su, sel olup aktığında yalnızca önüne kattıklarını silip süpürüyor. Yerine yeni bir form koyamıyor. Bu protesto hareketleri, amaç sadece bir şeyden kurtulmak olunca işe yarıyor. Yerine neyin konulacağı daha fazlasını gerektiriyor.

Örgütsüz ve lidersiz toplumsal hareketler, kendilerini doğuran sorunlara dikkat çekmede benzersiz bir işleve sahip olsalar da, onların bu sorunları çözmesini beklemek fazlaca iyimserlik!

Hedef alınacak belli bir lideri olmadığından bu tür hareketleri bastırmanın daha zor olduğu söylense de, lidersiz hallerinin mesajlarını duyulur/görünür kılmakta dezavantaja dönüştüğü ve yağmacı şiddet gruplarına da alan açarak iktidarlar tarafından ezilmesine gerekçeler yarattığı da göz ardı edilemiyor.

Memleketin dört bir yanından protestolar yükselirken, “işçiden yana esen rüzgar”ın baharı getirmeye yetmeyeceğini bilmek ve o rüzgar içinde, ona yön verebilen bir yerde de durabilmek gerekiyor.