Hava döndü, işçiden işçiden esiyor yel” demek için epeyce veri vardı ve memleketin dört bir yanından yükselen işçi direnişleri o yelin şiddetini gün be gün artırıyordu.

Direnenler kazanmaya da başladılar artık. Kurye direnişlerinden güzel haberler gelmişti önce, pazar akşamı da DGD-SENDirenen Esenyurt Migros Depo işçileri kazandı” müjdesini verdi. Sanatçı Haluk Levent’e de özellikle teşekkür ettikleri bir duyuruyla.

Direnenin kazanmasından daha büyük müjde mi olur!

Haluk Levent toplumsal sorunlara duyarlı bir sanatçı; aç açık olanı, selde yangında depremde ortada kalanı dert edip onlar için koşturuyor. Migros işçileri de sorunlarının çözümü için gösterdiği “olağanüstü gayret için özellikle teşekkür” etmişler ona.

Toplumsal sorunlara duyarlı bir sanatçı” dedim ama, kendi sözüm ters geldi bana! Toplumsal sorunlara duyarlı olmayan, sanatı ve sanatçılığı saraylarda arayan ne kadar “sanatçı” olabilir ki?

Humeyni devrimi öncesi ve sonrası kadın imajları üzerinden siyasal ve toplumsal değişimin izlerini süren İranlı sanatçı Şirin Neşat’ın, “Sanat bizim silahımız. Kültür bir direniş biçimidir” sözlerine derinden hissederek hak verenlerden biri de Erdoğan olmalı.

Öyle olmalı, çünkü son yıllarda sıklıkla “Kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadık” diye yakınıyor, “Geçtiğimiz 16 yıla baktığımda kültür-sanat alanında yeteri kadar mesafe kat edemediğimizden dolayı hep hayıflanırım” diyor ve nihayet “Aile, kültür ve eğitim konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadık” diye özeleştiri yapıyor.

Trol orduları en gelişmiş teçhizat ve mühimmatla saldırıya geçseler de, bir sanatçının “Ben avım sen avcı / Vur bakalım / … / Kim yolcu kim hancı / Dur bakalım”ı, bir başkasının “Geççek”i karşısında çaresiz ve zavallı bir savunmanın ötesine geçemiyorlar.

İnsanları farklı biçimlerle birbirine bağlayan sanat ve sanatçı, onları bir duygu ve düşünce birliği içinde sarmalayıp harekete geçirerek ciddi toplumsal değişmelerin itici gücüne dönüşüyor.

Bir türlü kültürel hegemonya kuramayanlar, kendilerini sallayan yele karşı durabilmek için sanata ve sanatçıya, şarkıya ve şarkı sözlerine saldırıyorlar. Yok Pensilvanya’dan yazdırılmış, yok CHP ısmarlamış!

Öyle olabilseydi, Pensilvanya en güçlü olduğu günlerde bir şarkı da ne istediyse verenler için yazdırırdı!

Ne sanatı ne de sanatçıyı, ne sağdan ne de soldan kalıplara sokabilirsiniz. Onun “devrimci” gücü de zapt edilemez olmasından, özgürlüğünden gelir.

Honoré de Balzac monarşiyi destekleyen bir muhafazakâr olmasına karşın Marx’ın en sevdiği romancıydı. Marx’a göre, onun romanlarından Fransa tarihi hakkında başka hiçbir yerden öğrenemeyeceğiniz kadar çok şey öğrenebilir ve onlardan devrimci sonuçlar çıkarabilirdiniz.

Nerede bir Balzac? Saray’ın 20 yıla yaklaşan iktidarından çıkardığı en büyük sanatsal başarı “Dombra” oldu. Ondan geriye kalan da, şarkıya karşı milletvekilliği verdiği Uğur Işılak’ın “Tükettik her şeyi, neyimiz kaldı” özeleştirisi oldu. Ne kadar yansalar azdır!

Şimdi hava dönerken, sanat ve sanatçı da esen yele katıyor gücünü. Üç Kuruşluk Opera’da Sustalı Mack Baladı’na sonradan eklediği dörtlükte; “Bazı insanlar karanlıkta / bazı insanlar aydınlıkta yaşadığından / sen aydınlıkta yaşayanları görürsün / karanlıkta yaşayanları göremezsin” demişti Brecht.

Artık karanlıkta yaşayan görünmezler de görünür oldu! Kuryeler, gemi söküm işçileri, otomotiv yedek parçaları üretenler, Migros depo işçileri ve beyaz önlüklü hekimler…

Her gün daha net ve daha güçlü görünüyorlar… Direnişleri ve o direnişlerden ilham alan sanatla, sanatçılarla!