Hayal ettiğimizden fazlasına sahip olacağımız vadediliyor, arzu-tatmin mekanizmamız çalışıyor ama bu aşırılık içerisinde sık sık kayboluyoruz.

Hayal ettiğimizden fazlası
Disney Plus’ın yapımcılığını üstlendiği ilk Türk filmi Kaçış’ta Mehmet’i canlandıran Engin Akyürek. (Fotoğraf: DisneyPlus)

Murat TIRPAN

Şehrin dört bir yanına dağılmış Disney Plus reklamlarının şöyle bir sloganı var: "Hayal ettiğinizden daha fazlası" Peki -varsa deliler gibi bu platformun açılmasını bekleyen fanlar için bile- hayal ettiğimizden daha fazlası nasıl mümkün olabilir? İlginçtir, bu soru geçen hafta şirketin basın mensuplarını ağırladığı toplantıda sunucu tarafından The Walt Disney Türkiye Genel Müdürü Cenk Soner'e soruldu ve elbette belagat bir soruydu, cevabı gelmedi. Gelin bu "daha fazlası" üzerinden meseleyi biraz eşeleyelim.

Daha fazla olanın altı platformun adındaki plus (+) işaretiyle de çiziliyor. Plus elbette şu anlama gelir, hayal edebileceğiniz her şeyi listeleyin ve her zaman buna bir artı ekleyin. Aldığınız herhangi bir hizmetin isminin sonunda artı varsa keyfin artacağının vaadidir bu. Havlular daha temizdir, içkiler bedavadır... Ancak giderek bu fazlalık keyfin kendisi için vazgeçilmez hale gelir, keyfin kendisini tanımlamaya, garantilemeye başlar. Lacan bunu Marx'ın artı değer'ine atıfla "artı keyif" olarak tanımlamıştı. Artı keyif, asla tatmin olmayacak bir arzunun hem tetikleyicisi olan hem de üstünü örten bir mefhum olarak sistemin yürümesini sağlar.

Öyle ahir zamanlardayız ki bu fazlalığı, arzunun nesnesi-nedeni olan artı-keyfi çıkardığımızda keyfin kendisini yitirmekteyiz. Tıpkı psikanalizin söylediği hazzın sürekli ayakta tutulması gibi kapitalizm de maddi koşullarını sürekli yenileyip değiştirmezse hayatta kalma imkânı ortadan kalkar. Jean Baudrillard bir zamanlar televizyon kanalı çokluğunun aslında seçeneksizlik olduğunu söylerken bu fazlalığın, bu çokluk kurgusunun haz almamız için gerekli bir hal aldığını eklemeyi unutmuştu. Önemli olan fazla olanın önümüze konulması, algının yaratılmasındadır. Bu artı keyif, iktidarın/kapitalin biçimsel inşa pratiklerinde belirleyici bir rol oynar ve bu inşanın başarısı bu artı keyfin harekete geçirilebilmesine bağlıdır.

Disney Plus kataloğunu gördükten sonra aslında çok da büyütülecek bir içerik yokmuş diye üzülen izleyicinin feryadı UFO’ların olmadığını anladığında hayal kırıklığına uğrayan meraklının ruh haline benziyor. Tıpkı "Gerçek orada bir yerde" diyen X Files dizisinde olduğu gibi aslında UFO’ların olup olmaması önemli değildir, sürekli artı bir eklenerek kurulan uzaylı kurguları, entrikalarıdır haz mekanizmasını çalıştıran. Elbette UFO’ların olmadığını söylemiyorum, Netflix'in de Disney'in de kataloğunda nitelikli işler mevcut ancak seyirciyi güdüleyen daima bu fazlalık kurgusudur. Bu aşırılığın öte yanında ise küratörlük mekanizması durur. Tıpkı ekranda Mubi'nin ya da sokakta festivallerin yapmaya çalıştığı gibi küratör mekanizması bir seçim gerektirir. Fazlalık üzerine değil, bir eleme bir azaltma üzerine kuruludur bunlar. Zaten modern sanatın popüler olandan temel farkı da bu azlık, yegânelik, Walter Benjamin'in deyimiyle eserin aurası üzerine kurulu olması değil mi? Benjamin aurayı bir tür elit sanat anlayışıyla okurken sinemanın -filmin orijinalinin olmaması anlamında- bir şekilde demokratik, eşitlikçi olduğundan dem vurmuştu ama bunun varacağı noktayı yazmamıştı. Lacan'ın 'artı keyif'i bu anlamda hâlâ ufuk açıcıdır ve bizi Netflix ve Disney adminlerinin Twitter'da yaptığı şu çok paylaşılan atışmayı da açıklar. Meraklısının detaylarını internette bulabileceği bu paylaşımların ilginç yanı Netflix'in bile Disney Plus'a abone olmuş olmasıdır. Bundan Netflix'in bile "daha fazlası"na ihtiyacı olduğu anlamını mı çıkarmalıyız? Freud dil sürçmelerinin (ve bazen esprilerin) niyet ettiğimizden daha fazlasını söylemek anlamına geldiğini öğretmişti bize. Netflix admininin yaptığı espri açık bir dil sürçmesidir, çokluğun bitmek bilmez döngüsünü gösterir. Memlekete seneye HBO "MAX" geldiğinde onu da ilk satın alan Netflix'in kendisi olmalı.

Buradan mevzuyu başka bir yere, yerli içeriklere bağlayabiliriz. Disney Türkiye lansmanını Kaçış adlı yerli bir dizi ile yaptı. Kataloğunda izleyici garantili Star Wars, Marvel, Pixer gibi markaları barındıran koskoca Disney'in bunlara güvenemeyip yerli bir işle ülkemize girdiğine dikkatinizi çekerim. Üstelik nereden baksanız kötü bir işle... Kaçış gibi herkesin niteliği konusunda hemfikir olacağı bir dizinin var olma sebebi de sadece "artı bir" olmasındandır. Onun da olması gereklidir, hayal ettiğimizin ne olduğu önemli değil, yeter ki olsun. Bir süre önce bir Netflix yetkilisinin, MUBI başkanına bir toplantıda izleyici için "Yeter ki izlesinler, ekran başından kalkmasınlar" minvalinde bir şeyler söylediğini duymuştum. Hedef bu olduğunda vasatlığın hükümranlığı da başlar. Yerel işlerin zaten baştan iki hazır alıcısı vardır, Netflix’te kendi dizilerini ve filmlerini görmekten memnun ve batılı bir prodüksiyonla bize ait olanı nasıl işleneceğini merak eden -ve genelde sonradan mutsuz olan- yerli izleyici ve kendisinden uzak başka bir kültürün dizilerini merak eden Batılı/diğer izleyiciler. Dark, La Casa Del Papel vb. bazı makul işlerin dışında yerel içeriğin vasatı aşamamasının nedeni budur. Garantiye oynamak. İlk Arap Netflix dizisi olarak ve sansür tartışmasıyla gündeme gelen Jinn'in ya da Disney'in Kaçış'ının mesela her anlamda oldukça kötü olması bu hazır tüketiciye oynanmasındandır.

Hayal ettiğimizden fazlasına sahip olacağımız vadediliyor, arzu-tatmin mekanizmamız çalışıyor ama bu aşırılık içerisinde sık sık kayboluyoruz. Böyle bir ortamda bir şeyin "kült" olması giderek zorlaşıyor, bu yüzden zaten sıklıkla nostaljiye sarılmamız. Bize de bir tür "kaçış" gerekli sanıyorum, bu aşırılıktan kaçıp örneğin sinemalarda gösterime giren Okul Traşı'nı görmek, nadir bulunan örneklerin peşine düşmek hepimize iyi gelecektir.