Jonah Lehrer, ilhama da beynin çalışma prensiplerine de göndermeler yaparak hayal gücünü ve yaratıcılığı, tek bir etkene ya da nedene indirgemeden inceliyor

Hayal gücü ve yaratıcılık

Bülent AVCI

Yaratıcılık her zaman tartışılan bir meseleydi. Mağaralara çizilen ilk resimlerden Antik Yunan’a, moderniteden bugüne dek yaratıcılığın ne olduğuna dair pek çok fikir ortaya atıldı, teoriler geliştirildi; onun öğretilebilirliğine ilişkin bir sürü görüş öne sürüldü ya da ‘ilham’dan bahsedildi.

Ressamlar, yazarlar, şairler, şirket yöneticileri, müzisyenler, biliminsanları ve mucitler yaratıcılık bağlamında enine boyuna incelendi, konu hakkında sayfalarca makale ve kitap kaleme alındı.

Sinirbilim uzmanı ve Karar Ânı kitabıyla dünya çapında tanınan bir isim olan Jonah Lehrer, ilham mitini ve yaratıcılığın öğretilebilirliğini de dikkate alarak daha yalın bir fikir sunuyor Hayal Et isimli çalışmasında: Bir çocuk gibi düşünerek basitlikten ya da monotonluktan, yaratıcı sürece erişme aşamalarını örneklerle inceliyor.

KAYNAĞIN BELİRSİZLİĞİ

Yaratıcılığın sınırlarının olup olmadığı tartışması bir tarafa, Lehrer seyahatler, düş kurma, düşünceleri besleme, araştırma, deneme-yanılma, gözlem yapma ve zihnin kapılarını açma ile yaratım sürecinin başarısına ilişkin görüşlerini ya da ulaşabileceği en uç noktalarla ilgili düşüncelerini uzmanlığıyla birleştiriyor Hayal Et’te.

Bir zamanların derin gizemi olan yaratıcılığın, âdeta eğlenceli bir oyun hâlini aldığı günümüzde Lehrer, hayal gücünün, yeteneğin ve pratiğin zihinle bağlantısını incelemekle kalmıyor, kimi ‘hayat derslerini’de gündeme getiriyor.

Lehrer, hayal etmenin nöronların titreşmesiyle ilintili olduğunu söylerken herhangi bir rengin, şeklin, kalabalığın ya da tenha bir ortamın, tekilliğin veya çoğulluğun yaratım sürecine etkisini inceliyor. Bunu yaparken insanın sosyolojik ve kültürel çevresini es geçmeden işin içine ruh hâlini de katıyor. Düştüğü mimle tabii konuya yaratıcılığa ilişkin bir muğlaklığı hatırlatıyor: “İnsan muhayyilesinin açık öncülleri yoktur. İnsan korteksinde genişlemiş bir yaratıcılık modülü ya da diğer primatlarda bariz olan bir proto-yaratıcı itki yoktur. Maymunlar resim yapmaz, şempanzeler şiir yazmaz ve sorun çözebileceğine herhangi bir işaret veren hayvanların sayısı çok azdır (Yeni Kaledonya Kargası gibi). Başka bir deyişle yaratıcılığın doğuşu, diğer içgörüler gibi olmuştur: Kaynağı belirsizdir.”

Hayal gücü ve yaratıcılık, bilinen ve bilinmeyen taraflarıyla çok uzun zamandır hayatımızın orta yerindeyken Lehrer, her ikisinin de ironik yanları olduğunu ve kişiye oyunlar oynayabileceğini hatırlatıyor. Bu oyunları ve ironiyi keşfetmek için yapılan beyin araştırmaları ise yazarın uzmanlık alanı.
Lehrer, hem araştırmalarının hem de uzmanlığının penceresinden baktığında, örneğin Bob Dylan’ın yaratıcılık süreçlerine ve yaşadığı kimi tıkanıklıklara dair birkaç an paylaşmış kitapta.

Albert Einstein’ın “Yaratıcılık, heba olmuş zamanlardan arta kalandır” sözünden hareketle içgörülerin peşine düşen Lehrer, bir şey daha hatırlatıyor: “Genellikle bazı insanların tabiatı gereği diğerlerinden daha yaratıcı olduğunu, özgünlüğün doğuştan gelen bir kişilik özelliği olduğunu zannederiz. Doğru türde beyinle doğmayan bir insanın asla özgün bir şarkı yazamayacağını ya da post-it kâğıtları gibi yaratıcı fikirler üretemeyeceğini düşünürüz. Oysa yaratıcılık, zihnin sabit bir özelliği değildir (...) Muhayyilemiz, tahayyül edebileceğimizden daha engindir. Sadece onu nasıl dinleyeceğimizi öğrenmemiz gerekiyor.”

Lehrer, kimi uyaranlar ve uyuşturucularla hayal gücünü besleyip yaratıcılığını tetikleyenleri de anımsatıyor: W.H. Auden, Robert Louis Stevenson, Philip K. Dick, Jack Kerouac…

Hayal gücünü ve yaratıcılığı harekete geçiren bir başka eylem ise Lehrer’in deyişiyle “kişinin kendisini koyvermesi” yani zincirlerini söküp atması. Yazar, buna en iyi örneğin doğaçlama olduğunu söylüyor.

Lehrer, insanların gerek tek başınayken gerek beraber çalıştığı kişilerle hayal gücünü ve yaratıcılığını geliştirdiğini örneklerle açıklarken yaşanan kentten aykırı düşüncelere dek pek çok etkenin söz konusu süreci harekete geçirdiğini belirtiyor. Başka bir deyişle her temas, hayal gücünün ve yaratıcılığın sınırlarını genişletirken dehanın ortaya konması için fırsatlar sunabiliyor.

Lehrer’in kitap boyunca anlattıklarını bir araya getirip parçaları tamamladığımızda, hayal gücünün ve yaratıcılığın, hem günlük hayattan, kültürden ve geçmişteki örneklerden etkilendiğini hem de öznel tarafları bulunduğunu görüyoruz. Diğer bir ifadeyle yazar, ilhama da beynin çalışma prensiplerine de göndermeler yaparak hayal gücünü ve yaratıcılığı, tek bir etkene ya da nedene indirgemeden inceliyor.