Hayal kurmaya ihtiyacı kalmayan için, yaşamak kocaman bir teferruattan ibaret sanki

Hayalcinin galaksi rehberi

ALEV KARADUMAN / karadumanalev@gmail.com

Chihiro’yu bilenler bilir… Miyazaki’nin “Bu film 10 yaşında olmuş olanlar ve 10 yaşında olacak olanlar için” dediği, küçük maceracı kızı Chihiro. Sahi kaçımız onu bu adıyla hatırlıyoruz ki? Ailesiyle girdiği büyülü kasabada kaybolduğundan beri demiyoruz. Anne ve babası yediklerinden dolayı domuza dönüştüğünden beri; yakışıklı genç Haku’nun yardımıyla kazan dairesinde iş bulup ruhların dünyasında tutunmaya çalıştığından beri; Chihiru demiyoruz ona.

Ne dediğimizin de bir önemi var mı ki? ‘Sprited Away’ hepimize hayal etmenin hala mümkün olduğunu ve hayallerimizin sınırlarını kimsenin belirleyemeyeceğini fısıldadığı için seviyoruz onu; Miyazaki’nin en ayrıntısına kadar biçimlendirilmiş hayallerini tanıma fırsatı buldukça. Unuttuğumuz, unutmak zorunda olduğumuz bir mevhum olarak karşımıza çıkarılıp durduğu için tam olarak; hayal etmek; ne zamandan beri? Hele hele elinden hiçbir şey gelmiyorsa, hayal dahi etmemek; ne zamandan beri?

Hayal ve gerçeklik, bunların birbirine tutunuşu ile ilgili düşünürken Mai ve Siyah ve esin perisi Kızıl ile Kara geliyor aklıma. Mai ve Siyah'ı hafızamın gerilerinden getirmek için Google’a yazdığımda bir lise edebiyat ödevi ile karşılaşıyorum. Ödevi hazırlayan, hayatının en hayalli en gerçekli dönemini en hangisinin hangisi olduğunu umursamadan geçirmesi gereken zamanında, bir genç olsa da, başlıkları kırmızı kalemle keskinleştirerek şöyle yazmış ödevine: “Kitabın konusu: Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi. Kitabın ana fikri: İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli, hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.” Evet karıştırmamalıdır çünkü hayal hayalken gerçek gerçekken güzel, hayal ve hakikat birbirinden ayrı ama birbirlerine dair oldukları sürece geçerliler. O yüzden bu haftanın neco’su hayal kurmak ve hayalciler…

Çocukluk yahut delilikle özdeşleşmiş nedense hep hayal kurmak. Aslında nedeni belli, genel geçer hakikate bir itiraz çünkü, çocukluk da delilik de. Herkesin görüp de “Böyle gelmiş böyle gider” dediğine, köşesinden kıs kıs gülerek yapılan bir itiraz. Hayal bu itirazın evi yuvası; hayalci bu isyanın elebaşı. Belki de bu yüzden çocuklukta hayal kurmak o kadar olmazsa olmazdı… Gerçek hayat, onların dünyası, kabulleri, kuralları, sınırları ve cezaları zor ve vahşi geldiği için belki de… E peki büyüyünce? Etrafımıza, olan bitenlere, olanların ve ölenlerin anılışına göz gezdirdiğimizde… Bakakalıp da anlam veremediğimiz bu kadar büyük bir vahşetin içindeyken, ne kadar gözlerini açarak baksa da onların dünyasının kaidelerini hiçbir şekilde anlamlandıramayan o çocuktan farkımız var mı ki sanki? Tek çaresi hayal kurmak olan o çocuktan.

Hele hele çevremizde gördüğümüz her şeyin, önce birinin hayalinde olduğunu bilerek, nasıl bu kadar kolay vazgeçer insan hayal etmekten? Aranızdan birinin, lise edebiyat ödevini yaparken kırmızı kalemin arkasını ısırmaktan ala boyadığı dudaklarından “Ama ya hayal kırıklığı?” dediğini duyar gibiyim. “Sükut-u hayal” diyorlar ya dilleri bizimkinden daha afilli kelimelere dönenler… Umutsuzca geçen bir ömür daha mı yeğdir sanki, hayal kırıklıklarıyla dolu bir

yaşamaktan? Kendisine, çevresine, dünyaya ve insanlara baktığı zaman kötülükten ve kötülüğün zaferlerinden başka hiç bir şey göremiyorsa bir insan, onu en çok incitecek şey hayal kırıklığı mıdır hakikaten? Ha yine de korkulacak o kadar çok şey varken sukut-u hayalden korkuyorsan, bilerek gerçeklikten olabildiğince uzak ve uçuk hayaller kurmak da bir seçenek. Oruca dayanamayacağını bildiği için öğlene kadar çocuk orucu tutan küçük gibi; hayalinin yıkılmasından mı korkuyorsun, büyüt o zaman hayalini! Çünkü sanılanın aksine hayallemenin en kötü tarafı hayalden uyanmak değil de, uyanmamaktır aslında. Uyanmak candır, gerçekle hayali ayırt edip, hayali gerçekleştirmeye atılan ilk adımdır uyanmak...

Hiç sahneye konamayacak bir tiyatro oyunu yazmak gibi olsa da, oyunu yazarken hasbel kader yan yana gelen iki mısraya ya da birbirine ilk defa gülümseyen bir adama bir kadına vesile olur hayal. Bir şeylerin olmasına en çok ihtiyaç duyduğun, neden kimse bir şey yapmıyor diye en çok haykırdığın zamanlarda hem de. Hayal dediğin rüyadan da bin kat konforlu; kontrol bizde asayiş berkemal. Rüyalarda sürekli gördüğümüz ama aslında tanımadığımız “Kim ulan bu insanlar?” dedirten tedirginlik ortamı da korkulu öcülü karakterler de biz istemediğimiz sürece yakınımızdan geçemezler. Sonra ayarlayabildiğimiz değişkenleri var; misal hayal şarkısı, hayal havası, hayal kanepesi… Bir yandan da dudağının kenarına kırmızı kalem lekesi değmiş veled yine söyleniyor ödevini yapmak üzere salonda boylu boyuna yayıldığı halıdan: Hayal kurun ama hayalperest olmayın! Kurduğun hayallerin büyüklüğü değilse

ya hayalperestliği belirleyen? Bir başkası için sıradan olanı dileyen hayalperest olabilir mi hakikaten? Birinin cenneti bir başkasının cehennemiyken, birinin çöpü diğerinin hazinesiyken, hayalperest ya da müzmin olmak da o kadar yakın ihtimaller değil mi birbirine?

Hayal kurmaya ihtiyacı kalmayan için, yaşamak kocaman bir teferruattan ibaret sanki. Chihiro, hayal kasabasına adım attığında bunu çoktan öğrenmişti. O yüzden yoluna cesaretle devam etmişti cılız titrek 10 yaşındaki bacaklarına rağmen. Ve nihayetinde kasabayı yöneten cadı Hubaba ile tanıştığında... Kötü büyücü ismini almıştı ondan ve ‘Sen’ demişti artık ismine. Sen kendi gibi ismini artık hatırlamayan yakışıklı genç Haku’ya güvenerek ilerlemeye çalışmıştı hayaller şehrinde. Aklının bir yerinde hep gerçek ismini hatırlama gayretiyle… Adımızı, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi unutmadıkça zararsız ve büyülüdür hayaller. Unutmadıkça nasıl bir dünya istediğimizi. Gözümüzü hayalden açtığımız ilk anda ona nasıl ulaşacağımıza dair bir yöntem bulmaya çalıştıkça. Adımızın, özümüzün çalınmadığından emin olduktan sonra…