15 Haziran 2011 tarihinde Havana havaalanından çıktığımızda yoğun bir neme çarptık...

15 Haziran 2011 tarihinde Havana havaalanından çıktığımızda yoğun bir neme çarptık. Boğucu, nemli, sıcak bir hava.
İki yüz yıl önce benzer iklim kuşağındaki, Pasifik’teki bir adaya bir papaz gelmiş. Amacı, kendileri gibi olmayan, yani Hıristiyan olmayan “ vahşileri” kurtarmak. Yani Hıristiyan etmek.

Beyaz adam gelmeden önce, adanın doğasına uygun yaşayan  “yerliler” bu doğanın gerektirdiği çıplaklık içinde doğru bir yaşam örgütlemişler.

Papazın Katolik ahlakına ve dini kurallara göre ada halkı ağır bir günahkarlık içinde; çıplaklar. En fazla, önlerini ve kalçalarını örten palmiye liflerinden üretilmiş örtüleri var. Şimdi de “turistik bir obje” olarak kullanıldığına tanık olduğumuz...

Papaz “Avrupa ahlakına” uydurmak için ada halkını pamuklularla bir güzel giydirmiş. Kısa sürede büyük bir kırım yaşanmış.  Çünkü, sürekli yağış alan bir iklimde, yağmur sularının ıslattığı elbise, çıplak bedenler kadar çabuk kurumadığından insanlar o zamana değin pek tanımadıkları zatürre ve benzeri hastalıklarla kırılmışlar. (Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, Çev: Ülker İnce, Tübitak)  Diamond’un bu tür örneklerin yanında, kitabında, Amerikan yerli haklın da özellikle çiçek hastalığından nasıl kırıldığı çok çarpıcı bir biçimde anlatılır.
Sömürgecilerin insanlık suçu, gecikmiş özürlerle örtülemeyecek denli büyüktür.

Gecikmiş özürler yapılır da, yine de sömürgeci zihniyet biçim değiştirerek, açık ya da örtük, bilinçli ya da bilinçaltında sürer.

Bizim karşılaştığımız nemli Havana ortamına birkaç yıl önce uğrayan, bir gazetecinin yazdıklarını anımsıyorum: Gazeteci Küba’nın zor koşullarındaki sosyalizm uygulamasını “kerhen” olumlarken çekince koymaktan da geri kalmıyordu. “İyi de sosyalizm bunca yıldır bir cam fabrikası kurmalıydı. Kırılan camlar, camsız pencereler olmamalıydı.”
Küba’da evlerin çoğunluğunda pencereler tahta pervazlarla örtülü. Tahta pervazlar, ışığı ve havayı engellemeyip, yağmuru engelleyecek biçimde, yalın ve kullanışlı bir tarzda tasarlanmış.

Bu pencerelere cam takıp, hava dolaşımını engellerseniz, ABD’nin “terörizm” boyutlu ambargo koşullarına rağmen yetmiş sekiz olan ortalama insan ömrü, türlü hastalıklara düçar olacaktır. Pencerelere ağır perdeler, yerlere kalın halılar serildiğini düşünün...  Böylesi bir “ev dekorasyonunda” nemli hava insana karşı amansız bir düşmana dönüşecektir.
Bizler de, bütün iyiniyetimizle, camın, perdenin, yerde halının olmadığını görüp, çıplak betonda yaşayanlara üzüldüğümüzde, aslında bilmeden papazın sömürgeci suçuna ortak olma konumuna geliveriyoruz.
İnsan doğayla mücadelesinde çıplak olmanın nesnelliğini yaşayarak, deneyerek öğrenmiş. Yine yaşayarak, deneyerek, sürekli yağış ve arkasından gelen güneşli hava koşullarında, çabuk kuruyan lifli palmiye örtülerini bulmuş. Daha fazlası gerekseydi süreç içinde elbette kendisine afilli elbiseler de örerdi.

Küba halkı, doğaya kolaylıkla egemen olmuş. Asıl tehlike ise, insan doğasına aykırı bir dünya düzeni ve bunun baş temsilcisi ABD emperyalizminin elli yıldan fazla devam etmekte olan saldırısı! Bu saldırı, doğadan daha tehlikeli…
Elbette Küba da eleştirilecek eleştirilmeli de. Ancak, bu arada, papazın pamukları giydirdiği zihniyetten anlayıştan da farklı olunmalı; papazın elbisesini halka zorla giydirmemeli. Çünkü,  papazın yanlış giysisi öldürücü!

Haftanın Dizesi; “Uzakta olmasan adımlarım neye yarar” (Hulki Aktunç, sönmemiş dizeler, YKY)