Felsefi olarak idealist bir temel üzerine kurulan öykülerin en materyalisti, ‘rüya gören adam’la ilgili olanıdır sanırım; Borges’ten Enis Batur’a kadar birçok yazarın farklı biçimlerde aktardığı öykünün en bilinen versiyonu, bir rüyanın tabir edilmesi çabasıyla başlayıp hayatın tabiriyle bitenidir: İmparator, gördüğü düşü yorumlayacak bir ‘düş yazıcısı’ bulabilmek için dünyanın dört bir yanına elçiler gönderir. Biri hariç tüm elçiler elleri boş döner; görünen odur ki yeryüzünde imparatorun düşünü bilen, yorumlayabilen hiç kimse yoktur. İmparator umudunu kaybetmez, denizin olduğu yöne gönderdiği elçi henüz gelmemiştir. Haftalar sonra, çatlamak üzere olan atının üstünde kan revan içindeki elçi sarayın kapısına ulaşır. İmparatorun kollarında son nefesini verirken düş yazıcısını bulduğunu söyler. Bulmuştur ama varoluşsal bir paradoksun ortasında: “Aslında ben yokum efendimiz! Sizin düşünüz yok, siz de yoksunuz! Herkes ve her şey o düş yazıcının düşünde var sadece…”

Günümüz dünyasının neredeyse bu fantastik öykünün ‘meta-anlatı’sı haline gelmiş olması çok tuhaf; ortak akıl veya ‘toplumsal konsensüs’ gibi kavramsallaştırmalar bugün ‘lider kültü’ denilen akıldışılık tarafından kendi keyfince yeniden kurgulanıyor, nasıl istenirse öyle kullanılıyor. Aydınlanmanın mirasını yiye yiye çoğaltmamız gerekirken yüzüne bile bakmayınca böyle oluyor demek ki!

Malum, ülkeyi bugün bulunduğu kaotik duruma tek bir kişinin diktatoryal başkanlık hayâlleri getirdi. Sözün gelişi, bugün RTE ölecek olsa yarın ‘Türk usulü başkanlık’ adlı bu ucube sistem için ısrar eden bir tek kişi bile kalmayacak -düş gören uyanacak, görülen düş bitecek. TBMM’de göstere göstere oy kullanan en şahin AKPliler bile ‘başganlık’ sistemini hemen unutacak çünkü onların derdi zaten ülkeyi Amerikan ya da alaturka başkanlık sistemiyle yönetmek değil, etrafındakileri bu hayâlle var eden birini başkan yapmak…

Bu ülkede halkın bir kesimi Aksaray’da (İstanbul’da bir semt) sürekli düş gören bir adamı düşlüyor. Düşlenen adamın düşünde, düşünde sadece bu adamı gören insanların yaşadığı bir ülke var. Bu insanlar, düşlerinde var ettikleri bu adam düşünde ‘başganlık’ hayâlleri kuruyor diye düş içindeki düşün içinde bir hayâlin peşinde koşuyorlar. İçlerinde bazıları bu düş döngüsünün hayal meyal farkına varıyordur belki, ama varlıklarını borçlu oldukları döngüyü kırmaya korkuyorlardır muhtemelen.
Her şey düş görenlerin ne kadar uyuyacağına, ne zaman uyanacağına bağlı… Tabii onları uyandırmak da halkın düş görmeyen, başkasının düşüyle var olmak yerine kendini var etmeyi seçen kesimine düşüyor.

Kim bilir, bu düş döngüsünün nasıl bir kâbus olduğunu anladıkları an “Hayır! Hayır!” diye haykırarak uyanacaklar belki de; sonra “Gambia’yı ben yönetmezsem ülkeyi mahvederim!” diyenle “400’ü verin, bu iş huzur içinde çözülsün!” diyeni baş başa bırakacaklar, bu ikisi birbirini düşlesinler diye…