Türkiye’de saatte on üç, her beş dakikada bir beş kişi ölüyor. Zamanı ölümlere böldük, ölümleri zamana bölemiyoruz. Kederli bir zamanın kıyısına vurmuş ninem sıkıntılı zamanlar için derin bir iç çekişle “Kambur üstüne kambur” derdi.

Hayaletler ve mezar taşları

Dr. Esin Şenol

Salgın büyümeye ve öldürmeye devam ediyor. Rakamların diliyle dünyada yaklaşık olarak her saat on bin kişi, her dakika yüz elli kişi hastalanıyor. Her gün, on dört bin, her saat altıyız, her dakika yaklaşık 10 kişi ölüyor. Günlük vaka bildiriminde Hindistan, Brezilya ve ABD’nin arkasından üçüncü, Avrupa bölgesinde birinciyiz. Aktif vaka sayımız beş yüz bini geçti, sokaklara çıktığımızda elimizi uzatsak çarpacağımız aktif bir salgınımız var. Toplam 4 milyon hastalanan kişinin 1 milyonu, rakamların başını döndüren turkuaz tabloya son 40 günde eklendi. Tüm bunlar katlanarak ve hıza büyümekte olan bir salgını ve yeni kendimize özgü bir varyantımız olabileceğini ve yenilerinin de ekleneceğini gösteriyor. Zaten hiç sönümlenmemiş ve makul yani güvenli açılma sınırına getirilmemiş bir salgının ortasında yüzümüze maskemizi takıp düşüyoruz yollara. Büyüyen, hızla büyüyen, çok hastalandıran ve öldüren bir salgının ortasında, evlerimizden çıkmamamız gerekirken, varsa çocuğumuzu bir yerlere bırakmak, çoğunlukla kapalı işyerlerimize, kalabalık taşıma araçlarıyla ulaşmak için düşüyoruz yollara. Bazen, kapalı kalabalık bir yerde toplanmış, geleneksel ya da çılgın partiler yapanların ekranlara düşen distopik kareleri ile kızdırılmaya, harlanmaya çalışan öfkemiz de yorgun. Resmi rakamlara göre ,Türkiye’de her saatte on üç, her beş dakikada bir beş kişi ölüyor. Zamanı ölümlere böldük, ölümleri zamana bölemiyoruz. Kederli bir zamanın kıyısına vurmuş ninem sıkıntılı zamanlar için derin bir iç çekişle “Kambur üstüne kambur” derdi.

Kıyıya vurmamız dahi mümkün olmuyor

Bu söyleyiş çaresiz bir teslim oluşa duruştu. Zaten kötü olan salgınımız da, salgın yorgunu olan bizler de iyice kötüleşiyoruz. Fırtınanın ortasında, yüzerek kıyıya çıkmaktan çoktan vazgeçmiş, suyun yüzeyinde ölü balık taklidi yaparak dursak bir ihtimal kıyıya vuracağız zannediyoruz ama bu dahi mümkün olmuyor. Yeni bir dalganın tuzlu suları dolduruyor yorgun ciğerlerimizi. Ama ne var ki, fırtınaya çok hazırlıksız yakalandık diyerek bir gemi yapamayışımıza mazeret yaratsak da sağlam bir tekne yapıp , rüzgârın yönünü, dalganın boyunu hesaplayıp, güvenli bir kıyıya kadar yol almak mümkündü. Mümkün olanları, mesleki birikimleri olanlar olarak dolayısıyla aklı erenler olarak çok anlattık. Hâlâ yalnızca salgını yönetmek istemek ve bu iradenin gösterilmesinin dahi, katastrofik ve hızla daha da kötüleşen durumu yatıştırıp zaman kaybetmek yerine zaman kazanmaya yetebileceğini söylesek de, notlarımızın gelecek kuşaklara bir arşiv, yol işaretleri bırakmaktan başka bir işe yarayacağını pek düşünmüyorum artık. Çünkü duyulmak istenilmeyenleri anlatan, görülmek istenilmeyenleri gösteren, salgının dilini çözmüş, salgını yönetenleri çözememiş olanlarız biz. Yalnızca şu notu büyük ve kalın harfler ile yazdığımı varsayın, yapabilirdik, mümkündü ve hâlâ mümkün. Afetin kendisini felakete çeviren insan davranışları artık çünkü öngörebildiklerimizi önleyebileceğimizi, tespit ettiklerimize uygun cevapları bulabileceğimizi biliyoruz artık. Eğitimin güvenli olarak devamı, hastanelerde normal hasta bakılabilmesi, ülkenin turizm sezonuna güvenli hazırlanabilmesi mümkündü. Ama mümkün olanlar içinde en can yakıcısı daha az ölmenin mümkün olabilmesi. “Artık yaşlı genç ölüyoruz” hocam dedi bir yakınını henüz kaybetmiş genç bir meslektaşım.Evlerinden hiç çıkarmadığımız ,toplu taşımalara bindirmediğimiz yaştakiler tüm bu kısıtlamalar sürerken dahi en çok ölenlerdi. Erişmekte güçlük çektiğimiz istatistiksel verileri hastaneye yatanların %60’ının, ölenlerin %70’inin 65 yaş üzerindekiler olduğunu gösteriyor. Şimdi artan ölüm sayıları içinde onlara düşen pay azalırken daha genç yaştakiler fazlaca ölüyor. Nörolog arkadaşlarım, meraklı hekim arkadaşlarım yazıyor: “1 sene içinde, 65 yaş üstü olanlarda yürüyecek kas bırakmadınız zaten, hastalarım, çevremdekiler artık eskisi gibi yürüyemiyor, çabuk yoruluyor, dahası mental birçok sorunla mücadele ediyor.” (Suna Özlem Mutlu)

Çocuk ve bebek ölümleri 10 kat fazla

Dünyada ilk dördü paylaştığımız Brezilya’da kontrolden tümüyle çıkan salgın küçük bebekleri de kattı önüne. Kendiliğinden bitmeyen salgın yoktur diyenler için not düşelim, Brezilya’da salgın nedeniyle 9 yaşın altındaki çocuk ve bebek ölümleri tüm yılların ortalamasından 10 kat fazla ve binlerce. Hindistan, sonbahar başında “kitle bağışıklığı” oldu diye sevinçli notlar paylaşırken şimdi günde 200 bin vaka ve 1200 ölüm ile rekorlar kırıyor. Üstelik artık yalnızca yaşlılar duyarlı gruplar değil , yaşlı genç çocuk herkes ölüyor. Bir hekim arkadaşımın şu notu ile irkiliyorum: “Sayıların ardındaki hayatları bilmek istememek konusunda sessiz ve bilinçsiz bir sözleşme yaptık. On binlercemiz bir isme, yüze ya da öyküye sahip olmadan öldüler.”( Özlem Kayım Yıldız)
Tam bir pandemi yılı boyunca, bir depo hastalığı nedeniyle kas-iskelet sistemi sorunları olan kızını, çırpınarak sağladığı önceden alınmış görece güvenli kılınmaya çalışılmış randevularla, hastaneye taşıyan hastamın , çok koşuşturduğum bir zaman aralığında tüm nazlanmalarıma karşın ısrarla aldığı görüntülü konuşmamız düşüyor aklıma: “Hocam biliyorsun, hastanede koltuklara bile oturmazdım, eşime bir şey taşımayayım diye” diyor hıçkırarak. Ağlamaktan konuşamıyor, eşini koronadan kaybetmiş ve cenazesini bir başına memleketine yollamış. Çünkü kendisi de korona ve çok ateşli. O konuşma sırasında teselli etmeyi denerken ağlayamadığımı da bu satırları irkilerek okuyup ağlarken fark ediyorum ve şöyle fısıldıyorum: “Bu süreci sağ salim atlatmış olursam rehabilite olmam gerekecek.” Meğer bu hikâyelerin tümünü dinlemiş ve biliyormuşum. Bunu, en yeni olanı tüm detaylarıyla düşünce bilincimde bulabildim.

Kurtarılması gerekenler, ölülerimizi kimsesizleştiriyor. Kimsesiz ölüler. O konuşma sırasında teselli ederken ağlayamadığımı da bu satırları irkilerek okurken ağlıyorum ve şöyle fısıldıyorum. “Bu süreci sağ salim atlatmış olursam rehabilite olmam gerekecek.” Bir zamanlar çalışmak için gittiğim Boston şehrini görmüş olanlar bilir. O şehirde “Hayaletler ve Mezar Taşları” turu yaptırılır. Yüzlerce yıllık bu şehir, savaşlar ve kuşkusuz sayısız cinayetler nedeniyle nereye gömüldüğü belli olmayan kimsesiz ölülerin hayaletleri ile lanetlenmesin diye bu turda bu ölüler anılır.

“Anlatmazsan dünya silinmez elbet, ama dünyaya varoluşun bilinmez borçlarını ödemeye gelmiş insan silinir varoluşun hafızasından.” ( Murathan Mungan, Hamamname)