İnsan olmanın en büyük zorluğu, yaşanan hayal kırıklıklarına dayanabilmek olsa gerek. Yoksa neden yüz yıllar boyunca kitleler kolektif yanılsamaların içine sürüklensin ki?.. Karadeniz’de bulunan doğal gazın olağanüstü bir müjde olarak sunulmasıyla bir kesimin kolektif yanılsamasının devam ettirebilmesi arzulanmış olmalı. İşe yaramıştır belki. Hayali gerçekliklerin sahnelenmesi, ya da doğalgaz örneğinde olduğu gibi bir gerçeği abartılı bir biçimde süsleyerek başka gerçeklerin baskılanması, ekonomiden siyasete başarı için başvurulan en güçlü araçlardan biri olageldi. Hayali gerçekliklerin gerçeğin yerine geçmesi, o hayalleri gerçek kabul edenlerin oranıyla bağlantılı. Örneğin, insanı gençleştirdiği iddia edilen bir kreme çoğunluk inanırsa, o krem insanı gençleştirir, dışarıdan bakan bir göz bunun saçmalık olduğunu iddia etse de durum değişmez. O kremi kullanan kişi, daha o kremi sürerken bile gençleştiğini hissedebilir. Kaçtığı şey, yaşlılık ve ölüm korkusudur; giysileri, kullandığı kremler, izlediği filmler, yediği yiyecekler kendi tümgüçlülük yanılsamasını sürdürecek şekilde organize edilir. İnsanın yüceliği yanılsaması, özellikle bu çağda gerçeklikle ilişkimizi bozan en önemli yanılsamalardan biri. Hayatın sonluluğu, iç dünyamızda yaşadığımız belirsizlikler, utanç ve suçluluk duygularından ve en önemlisi korkularımızdan bizi kurtaracak her tür yanılsamaya büyük bir arzuyla sarılırız, gerçekleri duymak istemeyiz çoğu zaman. Böyle zamanlarda metafizik ya da parapsikolojik konulara daha bir ilgi duyarız, yeter ki yanılsama devam etsin.

Eugene W. Holland, ‘Deleuze ve Guattari’nin Anti-Oedipus’u’ adlı kitabında, ölümün bastırılmasının insanları geçmişte yok olmalarına izin vermedikleri bütün olası çocukluk projelerine takıntılı bıraktığını, böylece onları şimdide yaşayamaz kıldığını ve geleceğe -huzursuz tarihsel gelişime ve sonuç olarak kapitalizmin ürettiği tüketimcilik ve teknolojizmin yararsız ilerlemesine- doğru saplantılı bir biçimde ittiğini yazmıştı. Holland gibi Nietzsche de ölümü olumlamadan yaşamın olumlanamayacağını yazmıştı.

Gerçeklik, çelişkileriyle birlikte anlaşılmadığı sürece, elimizden kayıp gider. Ben’in en önemli işlevi de gerçekliğin sınanmasıdır. Freud’un “Gerçeklik İlkesi” dediği şey, bu açıdan çok önemli. Anne karnındaki bebek, sanrı yoluyla içgüdüsel gereksinimlere dolaysız doyum sağlarken, doğduktan sonra aşama aşama doyumları sanrı yoluyla sağlayamadığını, dünyadaki gerçek durumları dikkate alması gerektiğini öğrenir ve haz ilkesinin yerini zamanla gerçeklik ilkesi almaya başlar. Ben’in başarısı da burada gizlidir, ruhsal aygıt gerçeklik ilkesine uyumlu bir gelişim sergilemişse gerçeklikle sorun yaşanmaz. İç ve dış gerçeklik arasında sınır koyabilen, arzusunu ertelemeyi ya da yeri geldiğinde bastırabilmeyi başaran kişi, gerçeklikle sağlam bir bağ kurabilir. Gerçeklik ilkesi, hayalden yanadır; çünkü hayal, gerçekliğe yaratıcı bir biçimde katılma anlamına gelirken, fantezi gerçekliği inkâra dayalıdır. Hayal kurmanın yerini fantezilerin alması, bireysel ve toplumsal açıdan kolektif yanılsamaları güçlendiriyor ve bu yanılsamalar hayal kırıklıklarına karşı daha da dayanıksız hale getiriyor insanı.

Ben’in hayal kırıklıklarıyla zayıflaması ve gerçeklikle ilişkisinin bozulması, üstbenliğin cezalandırıcı ve baskıcı yanıyla dürtülerin ertelenmeye ya da yönlendirilmeye gelmeyen hazcı yanını karşı karşıya getirir ve bu da heyecanını ya da kaygısını tolere edemeyen, iç ve dış çatışmalara dayanıksız, çaresizlik ve yalnızlık duygularına tahammülsüz birine dönüşür kişi. Kolektif yanılsamalara sığınır, bilgisayar oyunları ya da sosyal medya aracılığıyla başka bir gerçeklik inşa eder kendisine. Holland’ın dediği gibi, çocukluk projelerine takılı kalır kişi ve bu projeler ticari ya da siyasi pek çok hayali gerçeğin oyuncağına dönüşür.