Eski Bando’dan tanıdığımız genç müzisyen Güney Marlen’in tazecik albümü “Şişelere Mektuplar”, piyasanın ortasına bomba gibi düştü. Şimdilik etki alanı büyük değil ama yakın zamanda artacağını umuyorum

BirGün’de ilk yazım ne zaman yayımlandı, hatırlamıyorum. On iki yıl önce, yeni çıkmış bu gazetenin kültür – sanat sayfasına yazdığımı bilirim. Sonra [çoktan unuttuğum sudan sebeplerle] yollarımız ayrıldı. Yıllar sonra yine buluştuk. Bu kez, elinizde tuttuğunuz Pazar ekine yerleşmiş, müzik yazıları yazmak üzere yola koyulmuştum. Memleket ahvali, bu yazılara izin vermedi. Aradaki birkaç acılı haftayı saymazsak muhakkak en az bir şarkı iliştirdim yazılarıma. Olayları şarkılar üzerinden anlamaya çalıştım ve geçmişte yapılmış kimi şarkılarda bugünün izlerini aradım. Bugüne dair söylediğim sözler şarkılar üzerinden ilerledi ama zamane şarkılarına çok az yer verdim bu sayfalarda. Bugün, bunu kıracağım ve yeni, yepyeni bir albümden söz edeceğim; son dönemde döne döne dinlediğim bir albümden…

Eski Bando’dan tanıdığımız genç müzisyen Güney Marlen’in tazecik albümü “Şişelere Mektuplar”, piyasanın ortasına bomba gibi düştü. Şimdilik etki alanı büyük değil ama yakın zamanda artacağını umuyorum. Son dönemde ortalığı kaplayan, söyleyecek sözü olan gençler kulvarına yeni bir soluk getiriyor Güney. İzninizle adıyla söz edeceğim kendisinden zira arkadaşım. Ancak bu yazı, arkadaşlık hatırına yazılmış bir yazı değil. “Şişelere Mektuplar”, sahiden göz ardı edilmemesi gereken bir albüm.

Biliyorsunuz, yeni bir kitabım çıktı: Ağaçkakan Yayınları marifetiyle raflarda yerini alan kitabın adı, “100 Şarkıda Memleket Tarihi”. Memlekette olan biten üzerine yazılmış 100 şarkı var sahiden bu kitapta. Kimini çoktan unuttuk, kimini unutmak istemiyoruz. Meraklısı bulur, okur, kendi kitabımı anlatmayayım şimdi… Söz açmamın nedeni, bambaşka bir mevzu. Kendi yağıyla kavrulan şahane internet portalı KültürServisi adına Haziran Düzkan’la yaptığımız söyleşide, artık rakı şarkısı yapılmadığını söyledim. Elbette bunu yaparken, başta Gaye Su Akyol ve Jehan Barbur olmak üzere, gönlünü rakıya düşürmüş genç şarkıcıları unutmadım. Ortamın değişmesinden de vurmuş, yapılsa bile bu şarkıların artık radyo ve televizyonlarda [en azından büyük bölümünde] çalınamadığının altını çizmiştim.

Güney’in albümü, bu anlattıklarımı yalanlarcasına anason kokuyor. Dizelere sinmiş rakı sözcüklerinden ya da arada tarif edilen çilingir masalarından söz etmiyorum: Şarkılar rakıyla iyi gidiyor –ki bunu önermeden önce bizzat denedim elbette… Albümün son şarkısının adı, “Rakı Gibisin”. Rakıya değil, rakı marifetiyle sevdiceğe bir güzelleme: “Rakı gibisin / Her an çarpabilirsin /…/ Yakar geçersin / Kana girersin…” gibi sözler var içinde. Şahane bir efkâr halini de işaret ediyor: “Bir içimsin / Parçalandı içim / İki tek atılır ama / Anılar zor gelir tek başına…”

Rakı, sadece bu şarkıda karşımıza çıkmıyor. Albümün açılış şarkısında şu dizeler var: “Bu masa çok efkârlı / Hep Zeki Müren çaldı / O kadar derdi anlatırken / Ne ara bitti bu rakı?” Şarkının adı bile güzel: “Yangın Anında İlk Kurtarılacak Şey”. Meraklısı için söyleyeyim: Bu, sevdiceğin aldığı mavi bir kazak. Şarkı, bugün çok uzağında olduğumuz duyguları anlatıyor; bunu yaparken aşk acılarını satır aralarına gizliyor ve bir yandan günümüzde karşımıza çıkan fena durumlara parmak basıyor: “İstanbul’da denize giremeyen / Bir nesiliz bisiklete binemeyen / Bir de ayrıldık şimdi senlen / Yazlar inadına bitiyor hemen // Bu bina yoktu eskiden / Deniz görünürdü pencereden…” Hepimizin yaşadığı fazlasıyla gerçek bir hayatı şarkılarına gömüyor Güney. Başarısı buradan.

Albümün iki şahane şarkısından biri, Şarapçı Remzi. Bir yandan “mahalle”nin en renkli tipini tarif ederken, diğer yandan insanların ona bakışı üzerinden bambaşka bir anlatı kuruyor. Şöyle başlıyor şarkı: “Ne komşuluk kalmış bu mahallede / Ne dayanışma / Bana sorarsan en iyisidir / Şarapçı Remzi amca / Pek sevilmez ama / Hep düşene koşar yardıma…” Tanju Okan şarkısındaki gibi “parkta” yatan ve “koca bir parka” giyen Remzi, insanların önyargıyla yaklaştıkları ve uzak durdukları bir “abi” ama bir yandan etrafını sevindiren kocaman bir yüreği var: “Yerde bir gün para bulunca / Bayram yaşattı çocuklara / Kalan parayla içki aldı / Yine tam bir kasa…” İçki meselesi, bütün okların Remzi üzerine yönlenmesine sebep. Sadece o değil, başka şeyleri de dikkat çekiyor: “Bir sevgilisi varmış / Arada gelen o kadınmış / Camdaki teyzeler / İçki kadar buna da kızarmış…” Parkta çocuklara Adorno öğreten Remzi, yazık ki bir kazaya kurban gidiyor ve mevzu peşindeki mahallenin ağır abilerini ayırmaya kalkıyor. Bir el silah sesi duyuluyor, Remzi sizlere ömür. Şarkının şu bölümünü, bu ağıt sahnesini çok seviyorum: “Cenazesinde toplam üç kişi vardı / Biri Allahın emri zaten imamdı / Biri ben bir diğeri de bakkaldı / Bakkal dedi ki bana Remzinin borcu vardı…”

Albümün ikinci şahanesi, “Sanki Sezar’dım”: “Çok kolay sandım / Aşk bitti kaldım / Sevdiğim tüm şarkılarda / Hep onu andım // Ne biçim kaptanım / Gemiyle battım / Issız adada üç dileğimi / Boşa harcadım…” Şarkının nakaratı şöyle: “İçtikçe battım / Mektuplar yazdım / İçtiğim şişelere mektupları attım / Arkama baktım / Ah kara bahtım / Ankara’da deniz yok / Ya ben ne sandım?”

Sadece bu kadar değil, bütün şarkılar güzel. Aralarından birini daha ayırayım, mevzuyu toparlayayım… Parmak şaklatmalı şarkı “Bedende Matematik”, şu sözlerle bitiyor: “İmkansızlık öğretilmiş bir lanet sanırım / Hayal edebildiğim kadar yaşamaktayım…”

Son zamanlarda sıklıkla Ankara’ya geliyorum. Sebebim çok, biri her şeyden “çok”. Bu gidiş – gelişler sırasında hem de “iş” yapmaya çalışıyorum. Bunlardan biri, bugün, 14.00 itibariyle, ODTÜ Mezunlar Derneği Vişnelik tesislerinde katılacağım etkinlik... Redaksiyon dergisinin “HayalEt” buluşmaları çerçevesinde hem memleketin şarkılı tarihini anlatacağım hem de akşamına Pilli Bebek’le çalacağım. Hayallerimizin ötesinde bir hayata ulaşmak için atılmış küçük adımlar bunlar. Birlikte olursa, büyüyecek. “Hayallerin ötesi” dediğim, çok da ulaşılması zor bir nokta değil esasen.

Hep kurduğum cümleyi burada da kurayım: Memleket ahvali fena. Bunu aşmak, ilerlemek, “daha güzel bir dünya”ya ulaşmak için anlaşmak gerek. Güney, albümünde buna da takılmış ve naif bir soru sormuş: “İki insanın anlaşması / Neden bu kadar zormuş?”

Sahi, neden zor?