Tüm karamsar tabloya rağmen gençlik olarak isyanın, değişimin potansiyellerini de her zaman içimizde taşıyoruz. Yakın dönem tarihi içinde Gezi’yle yeşeren umutları yaratan bizlerdik. Üniversitelerde, sokaklarda sağ faşist, otoriter ve baskıcı yönetimlere karşı sesini çıkaranlar da bizlerdik. Birlikte kurduğumuz hayaller eskimiş değil. Bugünlerde kurduğumuz hayallere daha çok sarılıyoruz. Yalnız ve çaresiz hissettiğimiz her anda içimizdeki direniş ruhunu da yeniden buluyoruz.

Hayallerimiz eskimiş değil

KEMAL YILMAZ

Koronavirüsün hayatlarımızı tepetaklak ettiği bugünlere gençlik olarak da çok hazırlıksız yakalandık. Hazırlıksız diyorum çünkü; gençlik hareketlerinin belki de tarihin en kötü döneminden geçtiği bir zaman aralığında evlerimizden çıkamaz olduk. Genç işsizliğinin Cumhuriyet rekoru kırdığı, üniversitelere ve liselere yapılan baskıların katlanarak arttığı bir ortamda geleceğe dair hayallerimiz zaten karamsar bir tabloya evrilmişken, üzerine bir de sürekli evde kalmanın neden olduğu psikolojik bunalım eklendi.

Kuşkusuz ki, bugünleri daha da zorlaştıran asıl neden küresel liberalizmin getirdiği gençlik kesimlerindeki yalnızlaşma halidir. Kendi sorunlarımızın aslında bütün bir gençliğin sorunu olduğunu aramıza çekilen perdelerden dolayı göremez olduk. Paylaşmayı unuttuk. Uzunca bir süredir bu liberal dönüşüm içinde, gençlik olarak hayallerimize giden yolun bireysel olarak kendimizi sürekli geliştirmekten geçtiği öğütleriyle, rekabetçi ve tüketimci ideolojinin yarattığı bir yarış pistinde, sistemin bayrağını taşıyan insanlar haline getirildik.

Fakat bu yarış pisti dairesel bir forma sahip. Kendi kulvarlarımızdan çıkmamıza izin yok. Yarışı en önde bitirsek dahi vardığımız yer hayallerimiz değil başladığımız nokta, bir sonraki yarışın başlangıcı. Olur da ayağımız tökezler yere düşersek eğer arenadan atmak için kenarda hazır bekliyorlar, sırt numaramız da sökülüp hemen yedek oyuncuya veriliyor. Gelecek hayallerimiz bu yarış hali içinde geleceksizliğe dönüşmüş durumda.

Salgın günlerinde de bize verilen vaatlerde bir değişiklik yok. Hatta bugünler krizi fırsata çevirmek için büyük bir şans olarak dikte ediliyor. Evde kaldığımız bugünlerde bireysel yeteneklerimizi ne kadar geliştirirsek, yaşam ‘normale’ döndüğünde kozumuzun da o kadar güçlü olacağına inandırılmak isteniyoruz. Peki, gerçekten krizi fırsata dönüştürebileceğimiz günlerden mi geçiyoruz?

‘Normal’ dedikleri yaşam içinde yaşadıklarımız ne kadar normal değilse, bu kriz de bizim için o kadar fırsat değil. Genç işsizliğinin tavan yaptığı bir dönemde milyonlarca iş bulamayan arkadaşlarımız için evde kalmak zaten psikolojik baskı ve çaresizlik getiriyordu. Zorunda olmadıkça evden çıkmadığımız şu günler psikolojik baskı ve çaresizliğin çok daha yoğun hissedilmesi demek. Her an, her gün yaşadığımız bunalımın odalarımızın içine kadar sızması demek. Yarım kalan hayallerimizin yorganlarımızın altında hapsolduğu günler demek. Halbuki bu kadar çaresiz hissetmemize gerek yoktu.

Daha ‘şanslı’ olup bir işe sahip olanlarımızın birçoğu için ise güvencesiz çalışmanın çok daha belirgin olduğu bir dönem bu. Sağlığımızın bir değeri yok. Var olan sistem bize sadece iki seçenek sunuyor. İşsizlik ya da sağlığımız arasında bir seçim yapmaya zorlanıyoruz. Birçok yerde salgına dair yeterince önlem alınmazken hayatımızı devam ettirmek uğruna hayatlarımızı tehlikeye atmak zorunda bırakılıyoruz. Oysa sağlığımızın bile bu denli hiçe sayıldığı bir yaşam tek seçeneğimiz olamaz. Başka bir seçeneğin de olabileceğini birbirimize göstermeye ihtiyacımız var.

Üniversitede okuyanlarımız için eğitim, çelişkilerin çok daha fazla görünür olduğu bir hal aldı. Online eğitim sistemine geçilmesiyle eşit olmayan yaşam koşullarımız çok daha büyük sorunlara yol açıyor. Birçok arkadaşımızın bilgisayar, internet gibi teknik ekipmanlarının yetersizliği yüzünden eğitim araçlarına erişimi kısıtlandı, öğrenim hayatı ciddi ölçüde sekteye uğradı. Akademi de bu duruma bir çözüm bulabilmiş değil. YÖK’ün belirlediği akademik takvim sınırları içerisinde, ‘dönem bir şekilde bitsin’ tavrı içinde, eşitsizliği ve dönemin psikolojik etkilerini gören alternatif bir sistem üretebilmiş değil.

Tüm bu zorluklar yetmezmiş gibi sanal yollarla da taciz devam ediyor. Gazi Üniversitesi Dekanı'nın sakarlığı yüzünden ifşa olduğu görüntüler, eğitimdeki çürümüş, tacizci zihniyeti de bir kez daha görünür kıldı. Evlerimizde bile bu zihniyetten kaçamıyoruz. Nitelikli, eşit, bilimsel ve laik bir eğitim sisteminin gerekliliği artık çok daha fazla belirginleşti.

Liseli arkadaşlarımızın ise bir kez daha hayatlarıyla oynanıyor. Daha önceleri de birçok kez öğrencilere ve velilere travmalar yaşatan sınav sisteminde yine bir fiyaskoyla karşı karşıyayız. Lise öğrencilerinin tüm taleplerini ses çıkararak ülke gündemine taşımasına rağmen turizm sektörünü canlandırmak adına yapılan bu düzenleme arkadaşlarımızın emeklerini oyuncak haline getirmekten başka bir şey değil. Bir kişinin tek sözüyle milyonlarca arkadaşımızın sağlığıyla ve geleceğiyle oynanıyor. Bu düzenlemenin hiçbir bilimsel yanı olmadığının farkındayız.

Tüm bu karamsar tabloya rağmen gençlik olarak isyanın, değişimin potansiyellerini de her zaman içimizde taşıyoruz. Yakın dönem tarihi içinde Gezi’yle yeşeren umutları yaratan bizlerdik. Üniversitelerde, sokaklarda sağ faşist, otoriter ve baskıcı yönetimlere karşı sesini çıkaranlar da bizlerdik. Birlikte kurduğumuz hayaller eskimiş değil. Bugünlerde kurduğumuz hayallere daha çok sarılıyoruz. Yalnız ve çaresiz hissettiğimiz her anda içimizdeki direniş ruhunu da yeniden buluyoruz.
Evlerimizde kapalı kaldığımız salgın günleri bireysel olarak bir kurtuluşun mümkün olmadığını da kanıtlıyor. Fiziksel olarak yalnız kalsak da tüm bu sorunları tek başımıza yaşamıyoruz. Birbirimizi çok daha iyi anlıyoruz. Birbirimizi çok daha iyi görüyoruz çok daha iyi duyuyoruz bu günlerde. Birbirimize her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Birbirimizi çok özlüyoruz. Beraber olduğumuz zaman çok daha güçlü hissettiğimizin farkına varıyoruz. Yalnız kalmanın ne kadar zor bir şey olduğunu hissediyoruz.

Bir şekilde dayanacaksak eğer tüm bu zorluklara, öncelik dayanışmadan geçiyor. Birbirimize sahip çıkmaya, birbirimizin umudu ve çaresi olmaya ihtiyacımız var. Farkına vardığımız ve içimizde büyüttüğümüz isyan ruhunu birlikte büyütmeliyiz. Bize sunulan karanlığı ve geleceksizliği aşmak birbirimizle yardımlaştığımız ölçüde mümkün. Fiziksel sınırların ötesinde birbirimize dokunmanın, sesimizi yükseltmenin yollarını aramamız gerek. Somut sorunlarımıza yanıt verecek, tek başımıza olmadığımızı hissettirecek örgütlü bir gençlik hareketini yeniden yaratmaya başlamak bugün çok daha önemli.

Kendi kulvarlarımızın dışına taşabiliriz. Yorulan, düşen arkadaşlarımızın dışarıya fırlatılmasına izin vermeden yerden kaldırabiliriz. Bu yarış pistinin zeminini birlikte söküp, atıp hayallerimize giden yolları birlikte koşabiliriz.

Çünkü gençliğin enerjisi, isyanı, ruhu ne evlerimizin pencerelerine ne de bilgisayar ekranlarının pencerelerine sığar. Bu ruhu kendi içimize hapsetmek değil, pencerelerimizi açıp yalnız olmadığımızı birbirimize duyurmaya ihtiyacımız var. Yeniden doldurduğumuzda sokakları, meydanları eşit ve özgür bir dünya hayalimizi hiç olmadığı kadar haykırmaya ihtiyacımız var. Örgütlü bir mücadeleyle birlikte dünya sadece virüsten kurtulmakla kalmaz, Edip Cansever’in dediği gibi “yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak”.