Nermin Yıldırım ile ‘Ev’ üzerine konuştuk: “Ev doğası gereği karmaşık duygular barındırıyor. Benim hayatımda da doğasına uygun bir işlevi var diyebiliriz. Tamamlanmakla ilgili bir his olduğundan sanırım, ne eksikse biraz orası ev...”

Hayallerin isyankâr ve dönüştürücü gücüne inanıyorum

DENİZ ZEKA - MELTEM SEZEN KILIÇ

Nermin Yıldırım’ın son kitabı ‘Ev’ Hep Kitap etiketiyle okuyucularıyla buluştu. Biz de Yıldırım ile yeni kitabıyla yaptığı yolculuğu baştan sona konuştuk

MK: Yolculuk çok uzakta aradığımız bir şeyin içimizde olduğunu keşfetme süreci mi acaba?

Herkesin yolu, yolculuğu, yürüyüşü, varacağı ve orada bulacağı farklı muhtemelen. Hayata dair tespit ve tanımlarımız kişisel tecrübelerimiz ya da hakikatin şahsen ulaşabildiğimiz kadarı etrafında şekilleniyor. Bu nedenle bu tür sorulara kesin yargı belirten cevaplar vermekten kaçınıyorum. Ama ‘Ev’deki yolculuğu soruyorsanız, Seher’in yolculuğu, uzakta arananın yakında, sanılandan çok daha yakınında, içeride bir yerde olduğu keşfine dönüşüyor, evet.

DZ: ‘Ev’de ana karakter Seher iki yerde yolda gördüğü havanlarla ilgili “Nasıl yapılır diye düşünmüyorlar sadece yapıyorlar” diyor. Biz gereğinden fazla mı düşünüyoruz? Çok yüceltilen aklın yanına sezgiyi de mi koymak gerekir acaba?

Orada aklı ya da bilimi küçümseyen bir bakış yok, yanlış anlaşılsın istemem. Düşünürken korkulara kapılıp kaybolmakla ilgili bir şeyden bahsediyor kahraman. Bir keçinin atlaya zıplaya kayaya tırmanışına bakarken çıkan bir diyalog o bahsettiğiniz. Evet, keçiler doğalarının gereğini yapıveriyor, insanlarsa bazen yapmaktan korkmaktan yapmaya vakit bulamıyor.

MK: Dünya böyle bir yerdi: kendine mahsus hayal kuramayanlar başkasının hayali olmaya ya da başkasının hayalini gerçek kılma peşindeydi. Bütün hayallerin kırılmak üzere kurulduğunu bilmez gibi.” Açık yaralarını iyileştirmeye çalışan Seher için böyle hayal kurmak. Nermin Yıldırm ne der hayal kurmak üzerine?

Hayallere inanıyorum. Bir gün gerçekleşme potansiyeli taşıdıkları için bile değil. Onların isyânkar ve büyülü dünyasına, o dünyanın dönüştürücü gücüne inanıyorum. Hayal kurmaya devam etmek, biraz da yaşamaya devam etmek, yarına inanmaya devam etmek, daha güzel bir dünyaya inanmaya devam etmek demek benim için.

DZ: Evde edindiğimiz personalarımızı atmak kendimizi bulmamız için birinci adım mı?

Onların tümüyle atılan, yeni baştan kurgulanan kimlikler olduğunu düşünmüyorum. Ama elbette evvela rahimden kopuyoruz sonra çocuklukta anneden koparak bağımsızlığımızı ilan ediyor, kendi sınırlarımızı çiziyoruz. Bu kopuşlar ve bağımsız bir kişilik olarak kendini inşa etmek çok önemli. Ama bunun parçalanmayla değil, sağlıklı sınırların çizilmesiyle yaşananı makbul sanırım.

MK: Eserde öyle çok gönderme var ki bu da eseri daha da katmanlı yapıyor okur için. Orada anılan müziği dinlemek, filmi izlemek, kitabı okumak... Bitmiyor kitap kafanızda dönüyor. Bu göndermelerle Nermin Yıldırım’ın sevdiklerini, zevklerini görüyoruz değil mi?

Bir karakter yaratırken, onu her yönüyle düşünürsünüz. Sadece yüzündeki yara izinin ortaya çıktığı çocukluk kazasından bahsetmiyorum. Hangi filmleri sevdiğini, hangi kitapları okuduğunu da bilirim ben karakterimin. Olduğu kişiye ulaşırken geçtiği yollardır onlar benim gözümde. Velhasıl Seher gibi bir kadının olası zevkleri yer alıyor romanda. Çoğu benim de zevklerimle uyuşuyor. Ama mesela hiç bana hitap etmeyenler de var. Normalde dinlemediğim ya da hayatımın bu döneminde hiç dinlemediğim şarkılar da var mesela kitapta. Ama dediğim gibi, istisnaları saymazsak, müzik ve sinema zevkimiz büyük oranda örtüşüyor Seher’le.

DZ: Bu yolculuğu yaptığınızı biliyorum. Nasıldı yolculuk cebinizde ne getirdiniz?

Portekiz’den İspanya’ya 11 gün boyunca sırtımda çantayla yürüdüm, evet. Çok kendine has, büyülü bir rota, eziyetli ama muhteşem bir yolculuktu. Sadece yürümek için çıkmıştım yola. Kafamda dönen konular vardıysa da bu konuların böyle bir yolculukla iç içe geçmesi fikri aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ama yol sürprizlerle dolu işte. Neticede yürümek için çıktığım yoldan cebimde bir roman filiziyle döndüm.

MK: Aslında ciddi bir meseleye nüktedan bir üslupla yaklaşıyorsunuz. Bu da okuru hemen eserin içine alıyor, aslında herkesi kendindeki yaralarla da yüzleştiriyor; ama aynı zamanda o nüktedanlık o ağır yaralara da merhem oluyor. Hayatın acılarını nasıl hafifletirsiniz?

Mizahın direnişine ve dönüştürücü gücüne inanıyorum. Doğası gereği zaten ağır olan kimi konuları kanırtarak, acıyı ağdalandırıp yazmak bana göre değil. Acıyı bizi harekete geçirecek bir duyguya çevireceksek tamam. Ama ondan edilgen bir kurban, bitimsiz bir kendine acıma şöleni çıkarmak iyi bir fikir değil. Politik olarak da edebi olarak da, bir tür hayatta kalma prensibi olarak da bu yolu tercih etmiyorum. Bir umut ışığının ardından, heveslerin ve tebessümlerin kıyısından bakmaya çalışıyorum dünyaya. Bu dilime de yansıyor elbet.

DZ: Anasonun ağızda bıraktığı tadı betimlerken “Ev gibi tanıdık, ev gibi huzurlu, ev gibi yabancı, ev gibi korkunç, ev gibi imkânsız bir tat...” diyorsun bu tanımlama beni çok etkiledi. Ev kavramı karmaşık duygular barındırıyor? Ayrıca eser boyunca ‘Ev’le beraber kullandığınız sözcüklere Seher açısından baktım, olumsuzluk çağrıştıran sözcükler, tamlamalar... İnsan ev sözcüğünün yanında belki de daha güven, sıcaklık, korunma çağrıştıran sözcükler bekliyor. Hayatınızda ev ne ifade ediyor?

Ev doğası gereği karmaşık duygular barındırıyor. Benim hayatımda da doğasına uygun bir işlevi var diyebiliriz. Tamamlanmakla ilgili bir his olduğundan sanırım, ne eksikse biraz orası ev. Yani hep aranan, beklenen, bir şey. Ama yaşla birlikte onun da sanıldığından daha yakında, içeride bir yerde olduğunu keşfediyor insan.