‘İnsan hayatı nasıl geçer?’ Katia için bunun yanıtı, merak ve araştırmayla olabilir. Katia’nın, kurtuluşu hatırlayabilmekte bulduğu hayatta Jette’nin, trajik yaşamıyla bağlantılı biçimde buna kesin bir yanıtı var: Başkaldırıyla...

Hayat başkaldırıyla geçer

TOLGA ARAS

Judith Kuckart, yazarlığından önce dansçılığı ve tiyatroculuğuyla bilinen bir isim. Almanya’da hayli önemli bir okur kitlesi edinmesinde edebiyatla dansı dil düzleminde buluşturmasının; hayatta olup bitenle kurguyu bir araya getirmesinin payı büyük. Kuckart, anlatma merakının ve isteğinin kendisini yazıya ve edebiyata yönelttiğini söylüyor.

Kaçışın ve geri dönüşün yazarı Kuckart, insanın bu eylemlerinin es geçilmemesi gerektiğini düşünenlerden. Gezginliğin ve sonrasındaki durağanlığın, kişiye bir sabitlik sağladığını belirten yazar, bunun için hem insanın hissettikleri hem de çevresinde gerçekleşenler arasında bir seyahate çıkmasının zorunluluğundan bahsediyor. Bu da illa ki başka yaşamları yan yana getiriyor.

Kuckart’ın kitaplarında yaşamları izleme, yorumlama ve kesiştirme izleğine rastlıyoruz. Silahı Seçmek de benzer bir yolu takip ediyor.

Ölümün elinden çalınan hikâyeler
Silahı Seçmek’te Kuckart, aralarında yaş farkı bulunan iki kadının hayatını birbirine yaklaştırıyor. Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin en çok aranan üyesinin Lübnan’da öldürüldüğü haberini gören Kuckart, buradan hareketle tuttuğu notlardan bir roman ortaya çıkarmış. Paris’te gazetecilik yapan Katia, eski bakıcısı Jette’nin örgüte katılıp yurtdışına çıktığını ve Ortadoğu’ya gittiğini öğrenince büyük bir iştahla onun yaşamını araştırmaya başlamasıyla derinleşen kitap, zaman zaman 1970’lerin Almanyası’na değinirken zaman zaman da kurgusal öğelerle karşımıza çıkıyor.

Romanın iç içe geçmiş iki kurgusu var: Biri Jette, diğeri hayata devam ederken çocukluğunda bakıcısı olan ve Lübnan’a kaçtığını öğrendiği, RAF üyesi Jette’nin geçmişini eşeleyen gazeteci Katia.

Katia’nın zihnine gerçek ve yalanlarla ilgili tebelleş olan sorular, hem gündelik hayatını hem de geçmişi sorgulamasında itici bir güç haline geliyor. Jette’nin trajik hayatını bir efsaneye dönüştüren aranma, tutuklanma ve kaçış hikâyesi, gazeteci olan Katia için bulunmaz bir öykü. Ama bundan fazlası var: İkilinin kökleri geçmişe uzanan bağı. Kuckart’ın anlatımı bu anlarda, savrulup dağılmadan ileri geri hareket ediyor. Buradan, yazarın “İnsan, yaşamından başka bir şey değildir” cümlesine varıyoruz. Söz konusu cümle, romanın ağırlık noktalarından. Bir başkası ise “İnsan, olduğuna inanılandan çok daha fazlasıdır” ve “İnsan, kararlarının toplamıdır.”

Kuckart, bu cümlelerin altını, Jette ve Katia’nın hayatı ve bağından parçalarla dolduruyor. Orada siyasi tutsaklık ve araştırma, sorular sorma ve buralardan yeni sorular türetme de yer alıyor. Katia da Jette de Kuckart’ın anlatımında, ölümün elinden hikâyeler çalan iki karaktere dönüşüyor.

‘Neyle ölçülür insan?’
Romanda öne çıkan şey, karakterlerin zamanla yarışı; yaşam ve olaylar tarafından dönüştürülmesi. Bu dönüşüm, başkaları tarafından, özellikle Jette bağlamında farklı yorumlanırken Katia, kaynağa iniyor, yani Jette’nin kendisinden yola çıkmayı yeğliyor. Böylece bugününü yorumlarken geçmişe dönüp Jette’yi bir kez daha ve olgun bir bakışla keşfeden Katia’yla yüzleşiyoruz. Zaten Kuckart, roman boyunca bu yoldan hiç sapmıyor. O zaman da şu sorular daha bir anlam kazanıyor: “Neyle ölçülür insan? Bir zamanlar nasıl olduğuyla mı? Önce ne yaptığıyla mı? Daha sonra ne kadar geç karar verdiğiyle mi? Ve ölüm korkusu, yeterince yaşamamış olma korkusu mu?”

“İnsan hayatı nasıl geçer?” sorusu, romanda bir gölge gibi okurun peşinde. Katia için bunun yanıtı, merak ve araştırmayla olabilir. Katia’nın, kurtuluşu hatırlayabilmekte bulduğu hayatta Jette’nin, trajik yaşamıyla bağlantılı biçimde buna kesin bir yanıtı var: Başkaldırıyla... O başkaldırının altında ise en büyük suç saydığı “Çok az etkide bulunabileceği korkusuyla hiçbir şey yapmamak” yatıyor. Özgürlük için eylemde bulunup mücadele etmek de onun içinde.

Kuckart’ın ikili anlatımı; farklı kuşaktan politik ve daha az politik Jette ve Katia’yı konu alan romanı, aynı zamanda yazarın kariyerinin başına, 1989’a dönmemizi sağlıyor, tabii 1980’lerin sonundaki dalgalanmaya ve 1970’lerin hareketli yıllarına da...

Jette’nin, eksikliklerle dolu hayatını anlamlandırmak için Almanya’nın en çok aranan kişisi olmayı seçmesiyle onu araştıran Katia’nın hikâyesini kesiştirense aşk. Kuckart, kendi seçimleriyle hayatına yön veren ikiliyi anlatırken romanda hep bu duyguya göndermelerde bulunuyor.