Mesut Arslan! Uzun yıllardır bizden uzakta ve bu yüzdendir ki bize bizden daha yakında. Bize ve tüm dünyaya ait olanla ilgilenmekte. Hem de profesyonel olarak. Bu işin en kıymetli tarafı olsa gerek. Ülke olarak en ihtiyacımız olanı. Mesut Arslan’ın, evrensel olanın ne olduğuna dair bir fikri var ve bizimle paylaşmaya sonuna kadar açık

“Hayat bir epifani”

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

Gittik, gidemedik. Beğendiler geldiler, beğenmediler, reddettiler. Kucaklarını açtılar, kucaktan kucağa fırlatıp dalga konusu yaptılar. Yücelttiler, küçülttüler. Her duygu ile beraber bir kere inceden öptüler bizi. Biz de boş durmadık. İnceden hep bir öpüşme, koklaşma. Ey uluslar! Ey uluslararası! Ey uluslararası sanat- sanatçı! Ey tüm ulusları birbirine dolayan uluslar halkı! Bazen bizden, çokça bizden bağımsız politik politikacı ‘büyüklerden’ kelli, hep bir karın ağrısıdır bu mesele bizde. Gidebilecek miyiz? Gittik mi? Bizi gördüler mi? Ay oradakiler acaba ne yapıp ettiler? Ardı arkası kesilmez sorularla boğulup duruyoruz. Komik olan tarafı, cevaplarını da, çokça hiçbirimiz tam bilemiyoruz.

Mesut Arslan! Uzun yıllardır bizden uzakta ve bu yüzdendir ki bize bizden daha yakında. Bize ve tüm dünyaya ait olanla ilgilenmekte. Hem de profesyonel olarak. Bu işin en kıymetli tarafı olsa gerek. Ülke olarak en ihtiyacımız olanı. Mesut Arslan’ın, evrensel olanın ne olduğuna dair bir fikri var ve bizimle paylaşmaya sonuna kadar açık. Politik, sosyolojik, travmatik, her hangi gergin bir duygu eşliğinde değil de, sanat, tiyatro eşliğinde ‘bizi’ ve ‘dünyayı’ konuşmak bize çok iyi gelecektir. Sevgiler, Mesut Arslan.

“Bir adamın kafasına iki kamyon elma düşer, yine de hayal kuramaz. İçinde yoksa, o sarsıntı da bile çıkmaz. Hayal mühim bir şey. Çok mühim.”

Sanatta “uluslararası” olmak ne demek?
Aslında hepimizin içinde bir ülke var. 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, rasyonalizm filan derken ayrılmış her şey evet. Ülkeler, devletler, sınırlar, bayraklar… Ama tüm bunlara rağmen net bir şey var ki, evrenselliği yakaladığın zaman dil olarak, uluslararasını da yakalamış oluyorsun. Melih Cevdet Anday’a soruyorlar; “ Hocam sizce bizim ülke Avrupa Birliği’ne girer mi” diye. Rahmetli diyor ki; “Ben girdim zaten. Çünkü eleştiriyorum. Avrupa’yı eleştirebiliyorum.” Ne kadar güzel bir bakış açısı. Eleştirebiliyorsan, varsın. Yani onun suyundan gittiğin zaman değil, ona bir fikir de sen sunduğun zaman dahilsin demektir. Sen İstanbul’ dan çıkıp ortaya bir fikir koyuyorsan ve bunu sadece İstanbul değil, bütün dünya tartışabiliyorsa ‘evrensel’ oluyor. Ve otomatikman uluslararası arena da var olmuş oluyorsun. En azından uluslararası tartışılabilir oluyor.

‘Disiplinler arası’ ne demek?
Şimdi mesela diş doktoru, kardiyolog, nörolog düşünün. Hepsinin branşları, alanları başka. Diş doktorundan iç organları kesip dikmesini isteyebilir misin? He yapamaz mı, kesinlikle yapabilir. O da hepsinin eğitimini aldı okulda. Ama ilgilendiği başka. Onun ilgi alanı diş. Şimdi demek istediğim şu; herkes her alanda çalışırsa değil, her konuda işinin uzmanları birleşirse o zaman işte orada ‘disiplinler arası’ çalışma başlar. Ama bu şu demek değil; ‘ben bir metin tiyatrosuyum, oraya da bir video koydum’. Ya da müzik var, video var, tekst var diye bak çok disiplinli oldum ben diye düşünemezsin. Babam da koyar onları oraya. Önemli olan onlar ile ne yaptığın. Nasıl işliyorsun, birbirine nasıl entegre ediyorsun! İşlemen lazım, içiçe geçirip ortak bir üretim sağlaman lazım. Sen milletin yıllarını verdiği, uzun uzun zamanlarını ayırdığı video sanatını bırak, git youtube dan al koy bir şey, sonra bende video kullandım de. Biraz ayıp. İşlemen lazım. Onunla beraber hareket edip, ortak bir şey söylemek, üretmek gerekli. Çok disiplinli olmak bir yol, bir akış. Bir an da olabilecek bir şey değil.

“Sanatta, sanatçılar arasında ulaşılabilirlik çok arttı. Enternasyonel bir dünya var.” Bu söylemler ne kadar doğru?
Olan yerler var, olmayan yerler var. Ya da olan sanatçılar var olmayan sanatçılar var. Şimdi sen araştırmacıysan, bu konularla meşgulsen ona göre ilişkileniyorsun. Festivallere gidiyorsun, bu tip yazılar okuyorsun. O zaman Tokyo’ da ki bir tiyatro ile de işbirliği yapabilir hale geliyorsun. Tiyatro yaparak bütün dünyayı dolaşıyorsun. Kültürler arası etkileşim de bu. Sadece popüler değilsin. Ama dünyanın neresinde olursan ol, bütün bunlarla ilgilenmezsen, içiçe de geçemezsin. Ne kadar ilgi o kadar enternasyonellik!

Bu açıdan bakınca, Türkiye bunun neresinde duruyor?
Tiyatro açısından bakacak olursak, hani bu istatistikler açıklanıyor ya her sene, kadına şiddette şuradayız, ülke de vahşette buradayız diye. İşte tiyatro da da buna uzak olduğumuzu düşünmüyorum. Aşağılarda baya.

Peki görsel sanatların geneli baktığımız da durum?
Bireysel sanat başka. Şu an Türkiye’ de dünya da ki bir çok sanat festivaline hemen davet edilmek istenecek bir çok sanatçı bulunuyor. Ve yapılıyor da bunlar. Sanatçılar gidip geliyor. Sadece popüler değil, çoğumuz bilmiyoruz. Sanat yaşayan bir şey. Dünya sanat konusunda tepsi gibi. Hepimiz tepsinin üstünde üretiyoruz. İlgilenen geliyor ve buluyor. Bir de eskiden kırk yıl sürüyormuş birbirini bulmak. Şimdi ise malum, çok kolay. Ben de öyle yapıyorum. Acayip takip ediyorum. Ne gerekli araştırıyorum, buluyorum, davet ediyorum, sahne buluyorum, oynatıyorum. Karın doyuruyor mu, hayır. Ama bu böyle. Sen yapmazsan başkası yapar.

Türk olmak ne demek?
Hiçbir şey demek. Nasıl İngiliz olmak bir şey demek değilse, Türk olmak ta bir şey demek değil. Bence insan doğduğu zamana ait değil artık, bu bir. İnsan yaşadığı yere ait değil, bu iki. Yaşadığı zamana da ait değil, üç. İnsan bence, zamanı durdurmak istediği ana ait, dört.


hayat-bir-epifani-113263-1.Peki sen nasıl uluslararası bir sanatçı oldun? İş neyi keşfetmekte?
Belçika da, sanat felsefesi dersinde Marcel Proust’u işliyorduk. Sınıftan ‘Nasıl büyük bir sanatçı olunur?’ sorusu çıktı. Hoca dedi ki; ‘Bir duvar seç kendine. Bir de renk seç. Eline fırça al ve duvarı yirmi yıl boyunca aynı şekilde boya. Yirmi yılın sonunda mutlaka tanınmış bir sanatçı olursun.’ Yani mesele diretmekte, yapmakta, araştırmakta. Hiçbir şeyi kalıba sokmamakta. İş, peşini bırakmamakta. On iki yaşında çıktım ben sahneye. ‘Kanlı Nigar’, ‘Düğün ya da Davul’ gibi oyunlarla başladım. Sonra Dokuz Eylül Üniversitesi başlamadan bitmiş bir film gibi. Çok klasik bir tiyatro yapısında yetiştim. Sonra aşık oldum ve Belçika’ya gittim. Orada tiyatro yapmak için çok uğraştım. Ama olması gereken bu. Hayat bir epifani. Yani hayat, oluşan bir şey, yaşayan bir şey. Sen yaşamıyor olabilirsin ama hayat yaşıyor. Sonuç; bir şey keşfetmeye gerek yok. Ya da Belçikalıların dediği gibi ‘sanatçı kaynar suyu keşfeder’ ancak. Yani su buharlaşıyor ve sen tekrar tekrar kaynatıp bir daha keşif yapıyorsun. O duvarı yirmi yıl boyuyorsun. Sonra biri gelip görüyor. Bu.

Burada dışarıya kıyasla işler pek iyi gitmiyor. Yurtdışında yaşayan ve üreten biri olarak, buradakilere pes etmemeleri için ne söylersin?
Bu haksızlık olur. Orada yaşayıp, oradan buraya laf etmek olmaz. Ayıp olur. Ancak konsantrasyon, ilgi, odak gibi konularla ilgili bir şey söyleyebilirim. Sanatçıların arasındaki kopukluk giderilse, bir araya gelinse, beyin fırtınası yapılsa işler farklı olabilir bence. Çünkü burada tek başına olmaz. Para yok, devlet yok, destek yok. Bir araya gelmen lazım. Ve illa seni herkesin beğenmesine, her yerde yazıp çizmesine gerek yok. Bir çok sanatçı bir araya gelip, bir sanat merkezi altında çalışmalar başlatsa, dünyadan davetliler olsa gibi gibi… Altın yaldızlı yazılara gerek yok. Kendi kendine de herşey olur. Eleştiri dediğin şey, eğer gerçekten algılayabilmişse, seninle o yatağa girebiliyorsa, sana oradan kritik verebiliyorsa, işte o zaman yapıcı oluyor. Yoksa çok dikkate almak doğru değil.

0090 nedir?
Türkiye’nin kod numarası. Belçika’ya gidince bir süre afalladım sonra 2000 yılında ilk kendi tiyatromu kurdum. Belçika da ilk Türkçe tiyatro; ‘Derinin Altında Tiyatro/ Theater Onderhetvel. ‘Ah Şu Gençler’ ilk oyunumuzdu. Basamak atlamak diye bir şey yok, yürümek diye bir şey var. Durup durup en üst basamağa atlayamazsın. Ağar ağar çıkacaksın basamakları. Yani önce bu oyunları anlayacaksın, oynayacaksın. Ben 2004 te ilk Felemenkçe oyunumu sahneledim. O sırada da Avrupa da, entegrasyon, politik projeler vardı ve Türk Festivali başlatmamızı istediler. Biz kendi festivalimizi başlatmıştık. Bu teklifle beraber birkaç arkadaş toplanıp 0090 ı kurduk. Görsel sanatçı Meryem Bayram ile hala çalışmaya devam ediyoruz. Türkiye’den daha modern sanatçıları, biraz daha aykırı duranları Belçika’ya davet ettik. Birçok proje yaptık. On yıl da sekiz festival düzenledik. Burada en önemli şey projelerin özgün olmasıydı. Londra ya dönüp bakmayan Belçika’ya, Londra’dan aşırdığın tekstlerle ve sahnelemelerle gelirsen olmaz. Ama Berkun Oya’nın ‘Yangın Duası’ ile gelirsen bu çok heyecan verici oluyordu. Özgün işte.

0090 Festivali şu an ne yapıyor?
Annesi uykuya yatırdı, şu an uyuyor. Şaka bir yana, festival 2013 te bitti. Ve yine 2013 ten itibaren Platform 0090 adı altında produksuyon evi oldu. Festival 2013 te bitti. Biz evrensel bir sözü olan, o araştırmaları takip eden ekiplerle çalıştık hep. Ama örnekler biraz bitti gibi. Risk alabilen az kişi var. Bir tek Şahika Tekand var şu an. Mehmet abi vardı, Mehmet Ulusoy. O da gitti. Tarlabaşı vardı yahu. Mahir Günşıray, Çetin Sarıkartal, Naz Erayda… Bu insanlar risk alıp, deneysel çalışmalar içindeydiler. Şimdi yok denecek kadar az.

Peki kendi tiyatron, ‘Derinin Altındaki Tiyatro’ şu an ne yapıyor? 2016 İstanbul Tiyatro Festivali’ne geliyor mu?

Geliyor. Bir Orhan Pamuk metniyle, 6-7-8 Mayıs ta Tiyatro Festivali’ne geliyoruz. Projenin adı ‘Gizli Yüz’. Ayrıca ben de 2017 yılından itibaren Belçika Kraliyet Tiyatrosu’nun rejisörü oluyorum. Yapmak istediklerim, auram, hayal gücüm büyüyor böylece. Çok heyecanlı bir durum. Seçebilme, yapabilme olanakların oluşuyor. Tabi bir adamın kafasına iki kamyon elma düşer, eğer hayal gücü yoksa yine de bir halt düşünemez. Mühim birşey hayal kurmak. Ve sana kurduracak şeylere bakmak. Kötü yapılmış bir ‘Kanlı Nigar’ oyunundansa, hiçbir şey anlamadığım ama hayal gücü yüksek bir oyunu izlemeyi, on kere yeğlerim. Hayal gücünle seçersin, beğenirsin ve üretirsin. Yeniyi aramak zorundasın hep ve bu ancak bu açıklıkla, kendini açmakla olabilecek bir şey.

Türkiye de, tiyatro açısından sence ne yapılmak isteniyor ya da ne yapılmalı?
Ne yapılacağı, nasıl yapılacağı değil, kanlı mı kansız mı olacağı önemli. Şaka bir yana, ilk belirlenecek şey neyi keşfedeceksin, ne ile ilgileneceksin. Beş yıl sonra tiyatron nerede olsun, sanatın, sanatçın ne yapıyor olsun? Belçika nasıl kaynar suyu tekrar bulabilmek, hayal gücü, bütün bunlara taktı, sen neye taktın? Mesele buralarda gezinmek, bence!