Bir mahalle düşünün ki insanları daha iyi yaşamak için hep umutla bir adım atıyor ancak atılan adımlar onları ileri götürmek bir yana daha da geriye götürüyor. Sevinçler, öfkeler, kaygılar ve beklentiler romanın her sayfasında içiçe…

Hayat, birbiri arkasına eklenmiş küçük umutların toplamıdır

Can Uğur

Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Altay Öktem yeni romanı Yalan Yanlış Hayatlar ile okuyucusuna merhaba dedi. Edebiyatın birçok türünde eserler veren Öktem son kitabında umutlarını diri tutmaya çalışan ama hep başkalarının hayatının izleyicisi olmak zorunda kalan insanlara odaklanıyor. Karakterleri birleştiren sadece umut etme duygusu değil aynı zamanda mekânsal olarak da bir mahallenin birleşeni tüm karakterler.

Mahallenin ‘şirin, romantik’ anlatılarla bizlere anlatıldığı zamanlarda konunun farklı yüzlerine ışık tutuyor Öktem. Cinayetlerin işlendiği insanların en yakınları tarafından aldatıldığı Yalan Yanlış Hayatlar’ı yaratıcısı olan Altay Öktem’le konuştuk.

► Kitabınızın karakterlerinin tümü yoksul ve o yoksulluk sarmalından çıkmak isteyen insanlar. Kitabın ismi ile bu yoksulluk durumu arasında bir bağlantı kurmalı mıyız?

Yalan Yanlış Hayatlar bir yanıyla da günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş mahallelerin, mahalle kültürünün hikâyesi. Olay 80’lerde başlıyor, bugüne kadar geliyor ve tüm kahramanların hayatları dönüp dolaşıp bir şekilde aynı mahallede kesişiyor. Benim gördüğüm, yaşadığım mahallelerde hep yoksulluk ve yoksulluğa rağmen ayakta durabilme mücadelesi vardı. Mahallede büyük sınıf farklılıkları, ekonomik anlamda uçurumlar olmaz genelde. Yoksullar ve orta halliler vardır. En fazla Almancılar olabilir, onlar görece olarak zengindir ama sonuçta başka bir ülkenin emekçileridir onlar da. Mahallede insanlar birbiriyle kurdukları etkileşim sayesinde kendi kimliklerini oluştururlar. Küçük yalanların ve küçük yanlışların büyük trajedilere neden olduğu, biraz da akışına göre yaşanan yerlerdir mahalleler. Mahallenin de sırları olabilir ama o sınırların içinde kalır. Komşuların arasında.

Mahalle kültürünün yok olduğu, etrafı surlarla ve güvenlikçilerle örülü rezidanslarda, zengin kesim için oluşturulan yapay kentlerde ise kimse kimseye komşu değildir. Ortak kültür yoktur ve herkes birbirinden izoledir. Bu izolasyondan, yalan yanlış bile olsa “hakiki” bir hikâye çıkabilir mi, bilmiyorum.

► Kadın karakterler romanda erkeklere nazaran yaşamlarına daha fazla sahip çıkıyor. Bu noktayı bilerek mi öne çıkardınız?

Kadın hem kendi yaşamına hem de başkalarının yaşamına erkekten daha çok sahip çıkar. Bu, hem koruma içgüdüsünün fizyolojik olarak kadında daha baskın olmasından, hem de kendini toplumsal baskıdan ve şiddetten sakınmak için geliştirdiği reflekslerden kaynaklanır. Erkek ise yıkıcıdır. Sadece başkalarına karşı değil, kendine karşı da. Çoğunlukla yıktığı şeyin altında kalır ama kendini erk’in temsilcisi olarak gördüğünden bunu kolay kolay kendine itiraf edemez. Romanda bu gerçekliği öne çıkarmak için özel bir çaba harcamadım. Ne gördüysem onu yazdım. Ama kendiliğinden öne çıktıysa, bu beni sevindirir.

► Romanda en öne çıkan duygu sanırım umut etmek. Tüm karakterlerin attıkları adımda bu duyguyu sezebiliyoruz. Bu kısmı biraz açmanız mümkün mü?

Yalan Yanlış Hayatlar’daki bütün karakterler, her an sokakta karşımıza çıkabilecek gerçek karakterler. Bu yüzden de, en kötü koşullarda bile her sabah gözlerini umutla açmaları doğal. Çünkü varoluşun temeli umuttur. Ülke için, dünya için ya da gelecek için umutlu olmaktan söz etmiyorum. O daha kapsamlı bir bilinç meselesi. Sözünü ettiğim varoluşu sürdürebilmek, hayatta kalabilmek için gereken umut duygusu. Dükkânı siftahsız kapatan bir manav, ertesi gün, bugün en az sekiz kilo domates, beş kilo ıspanak satarım umuduyla kaldırır kepengi. Aşk için de aynı şey geçerli. İnsan, sonunun hüsranla bitmeyeceğine dair yanlış bir umuda kapılmazsa, âşık olamaz. Hayat, birbiri arkasına eklenmiş küçük umutların toplamıdır.

hayat-birbiri-arkasina-eklenmis-kucuk-umutlarin-toplamidir-658812-1.

► Romanın tamamında fon olarak bir mahalleyi görüyoruz. Genelde mahalle dendiğinde insanların tanımı ‘insanların sorunsuz yaşadığı yer’ biçiminde olur. Yalan Yanlış Hayatlar’da bu tersi istikamette. Nedeni nedir?

İnsanın olduğu her yerde sorun vardır. Yeşilçam filmlerindeki eğlenceli mahalle hikâyeleri genellikle mahallenin belli bir gerçekliğine odaklanır, açıyı değiştirirsek aynı mahallenin farklı bir yönüyle karşılaşırız. Ancak mahalle, küçük bir yerleşim birimi olduğundan, yaşanan sorunlar da görece küçüktür. Doğal olarak kasabanın sorunları mahalleninkinden, şehrinki kasabanınkinden fazladır. Mahallenin namusundan sorumlu olduğunu sanan bıçkın delikanlılar, evden eve laf taşıyan yaşlı teyzeler, küçük entrikalar, hileler, hurdalar, iftiralar, her şey vardır mahallede ama nispeten küçük çaplı ve gerginlik yarattığı kadar gülümseme de yaratan durumlardır bunlar. O yüzden mahalleye dışarıdan bakmadım, mahalleye taşındım.

► Aile romanın en kritik ögelerinden birisi sanırım. İkizinin intikamını almak isteyen karakterden kocasının kendisini kandırdığını yıllar sonra öğrenen bir kadına kadar… Aile bu kadar güçlü bir ‘uyaran’ mı?

Kesinlikle. Aile, toplumsal yaşantımızdaki en güçlü uyaranlardan biri, belki de birincisi. Aynı zamanda insanın karşılaştığı ilk sosyal çevre ailedir. Neriman’ın kardeşinin intikamını almasının altında sadece kan bağı ve kardeşlik duygusu yatmıyor. Nesrin aynı zamanda Neriman’ın ikizi. Kardeşinin öldürülmesiyle, kendini de öldürülmüş hissediyor. Bir varoluş meselesi de var orada. Kadriye Hanım’ın durumu da farklı değil. Onun kocasıyla arasındaki ilişki kan bağından kaynaklanmıyor ama en az onun kadar güçlü olan aile bağı var aralarında.

Peki aile neden bu kadar güçlü bir uyaran? Bunu cevaplamak için aile kavramına yeniden bakmak lazım. Geleneğin, zihniyetin nesiller boyunca aktarılmasını sağlamak amacıyla oluşturulan en küçük toplumsal örgütlenme biçimidir aile. O yüzden de aile bağı en güçlü bağdır. Birey olmaya izin vermeyecek bir yapısı var ailenin. Aile, çocuğunun kendine ait bir kişiliği olmasını değil, ailenin bir parçası olmasını ister. Çünkü aile de toplumun parçasıdır ve önemli olan bireysel kimlik değil, toplumsal kimliktir. Eğer böyle olmasa Neriman kardeşinin intikamını almazdı. Okullarda tek tip insan yetiştirilemezdi. İş yerlerinde, üstlerine mutlak itaat eden değil, yaptığı işi sorgulayan, yaratıcılığı gelişmiş insanlar çalışırdı. İşte dünyadaki bütün iktidarlar bu yüzden aileyi korumaya bu kadar önem veriyor. Aile rejimin teminatıdır.

cukurda-defineci-avi-540867-1.