Şehvetiye Tarikatı’nın yazarı İsmail Saymaz, “Bunlar hesap vermeyen şirketlerdir. Bu tarikatlar Adalet ve Kalkınma Partisi dönemiyle beraber siyasi alana girmişlerdir. Artık AKP’nin yarı resmi müttefiki ve sivil toplumunu oluşturmuşlardır” diyor.

Hayat kazanmayı değil, para kazanmayı arzuluyorlar

BİRGÜN İZMİR

Günümüzde Türkiye’de otuz tarikat silsilesinin ve bunlara bağlı dört yüz civarında kolun, sekiz yüz civarında medresenin faaliyette olduğu tahmin ediliyor. Eğitimde de başka alanlarda da bu grupların ne kadar faal olduklarını görüyoruz. Gazeteci İsmail Saymaz, son çıkardığı Şehvetiye Tarikatı kitabında ilkokul mezunu, Arapça ve Kur’an bilmeyen, hatta namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmeyen, bazılarının yüzlerce müridi olan, haklarında dava açılmış altı sahte şeyh vakasını inceliyor. Saymaz ile son kitabını ve gençlerimizin geleceğini etkileyen bu yapıları konuştuk.

>> ‘’Kimsesizler Cumhuriyeti’’ ile başladığınız tarikat cemaat ağları ile ilgili araştırmalarınıza ‘’Şehvetiye Tarikatı’’ ile devam ediyorsunuz. Bağnaz mensupları olan bu oluşumlara dair yazı ve haberler yazmak sizi tedirgin etmiyor mu?

Ben herhangi bir kitabı yazarken olası tehdit ve riskleri düşünerek, planlayarak kitap yazmıyorum. Ancak kitap yayımlandıktan sonra gelen tepkilere bakarak o çalışmamın riskli olup olmadığını görebiliyorum. Örneğin ‘’Türkiye’de IŞİD’’ kitabını yazdıktan sonra IŞİD’in yarattığı tehditten ötürü bir süre şahsi güvenlik önlemi almak zorunda kalmıştım. ‘’Kimsesizler Cumhuriyeti’’nde değil ama özellikle ‘’Şehvetiye Tarikatı’’ndan sonra temkinli olmaya çalışıyorum. Çünkü bazı tarikatların tabanı lümpen bireylerden oluşuyor. Tarikata müptelalığından kurtulabilmek için tarikata yeni dahil olmuş yığınla insan söz konusu ve böylesi tabanlara sahip tarikatların toplum açısından da, benim açımdan risk oluşturduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla öylesi bir fiziksel saldırı olmadı, somut bir tehdit yaşanmadı ama bu somutlaşmayacağı anlamına gelmiyor. Bu yüzden temkinli olmaya çalışıyorum.

>> Tarikat ve cemaatlerin eğitim ve sağlık başta olmak üzere ekonomik faaliyetlerini ülkedeki neoliberal dönüşüme bağlıyorsunuz. Bu tarz akıl dışı oluşumların bir panzehri de sosyal devlettir diyebilir miyiz?

Evet, tam olarak odur. Zaten 1980’lerin ikinci yarısından sonra Türkiye’de serbest piyasa ekonomisi tam anlamıyla hakim kılınmak istendi. Bunun gerekleri yapılmak istendi ve yapıldı da. Kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilerek daha çok buralarda var olan sendikaların etkisiz kılınması istendi ve bu başarıldı. Toplum sendikasızlaştırıldıktan sonra özelleştirilmelere razı edildi. Bu noktada tarikatlar bir gayret merkezi haline getirildi. Toplum o günden bugüne kadar tamamen yağma, talan, soygun, katliam, iş kazası bunların her birinde siyasal İslam’ın ve onun bir unsuru olan tarikatların rolü vardır. Toplum 301 işçinin ölümüne kader, iş kazasına fıtrat diye bakıyorsa onların gayreti gerçekleşmiş demektir. Tarikatlar bu gayretlerin merkezidir. Bir de ekonomik işletmedirler de. Çünkü aynı dönemde hafız yetiştirmenin dışına çıktılar ve eğitim, sağlık alanında başladılar ardından medya gibi kollara indiler. Artık bütün yatırımları dünyaya yöneliktir. Ahiretle değil, dünyayla ilgilenmektedirler. Hayat kazanmayı değil, para kazanmayı arzulamaktadırlar. Dolayısıyla her biri bir holding, bir şirket gibidir, tarikat şeyhleri CEO, müritler de bir müşteri durumuna gelmiştir. Bunlar hesap vermeyen şirketlerdir. Bir üçüncüsü ise bu tarikatlar Adalet ve Kalkınma Partisi dönemiyle beraber siyasi alana girmişlerdir. Artık AKP’nin yarı resmi müttefiki ve sivil toplumunu oluşturmuşlardır.

>> Tarikatların, dergahların yasaklanma sürecinden sonra kimilerinin cemaat olarak Anadolu’da varlıklarını sürdürdüğünü ve 1950’lerden sonra da yer üstüne çıktığını söylüyorsunuz. Devletin de kimi zaman bu kesimleri görmezden geldiği kimi zaman da kullandığı söylenebilir. Siyasiler için bir oy ve kadro deposu denebilir mi bu kesimlere?

Tabii ki denebilir. Bu gün de halen bu işlevini sürdürüyor. Örneğin 31 Mart-23 Haziran sürecinde açık bir şekilde İsmailağa tarikatı Binali Yıldırım ve AKP’den yana tavır açıkladı. Cumhurbaşkanlık seçimlerinde, ondan önceki referandumda da öyleydi. Sadece İsmailağa da değil Menzil, Nurcular, İskenderpaşa gibi topluluklar da siyasi tavır beyan ettiler. Bunun da karşılığını devlette örgütlenerek aldılar. Menzil, Sağlık Bakanlığı’na; Hak Yolcuları yani İskenderpaşa Adalet Bakanlığı’nı aldılar. Diğer cemaatler de devlette mümkün olduğunca yer kapmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan muhalefet de bu gibi gruplara yöneldi. Süleymancılar İYİ Parti ve CHP, Yeni Asyacılar da Demokrat Parti’ye desteklerini beyan ettiler. Her ne kadar kamuda yer almış olmasalar da siyasi tavır beyan ettiler. O nedenle tarikatlar halen daha partiler için bir cazibe merkezi olmaya devam etmekteler.

hayat-kazanmayi-degil-para-kazanmayi-arzuluyorlar-632276-1.

>> Tarikatların sistem içine çekilip denetlenmesi gerektiğine dair teziniz var. Bu teze pek çok kesim katılmıyor. Zaten akıl ve bilim dışı olan bir oluşum hangi kriterlerle denetlenecek, pragmatist siyasetçiler bunları ne ölçüde engelleyecek?

Ben iki yönlü denetim olması gerektiğini savunuyorum. Bu tarikatların yasaklanma ihtimalini çağa uygun bulmuyorum. Çağımız her türlü inanç, ibadet hürriyetine sonsuz imkan tanıyor. İnsanlar, tarikatlar yasaklansa bile İslam içi veya İslam dışı herhangi bir inancı savunabilirler ve yaşayabilirler. Yasak mümkün değil. Öncelikli itirazım inanç ve ibadet hakkı ve hürriyetinden kaynaklı. Dolayısıyla sistem içine çekilmelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Devlet, iki yönlü bir denetim getirmeli. İlk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı ile itikadi yönden denetlemeli. İkincisi ve asıl önemlisi Vakıflar Genel Müdürlüğü kanalıyla her bir tarikatı bir vakıf addederek ve bütün faaliyetlerini, bütün ekonomik varlıklarını bilmek, öğrenmek, denetlemek ve hesap sormak suretiyle kontrol altına alabilirler. Vakıf düzenlemesi sayesinde tarikatlara tek bir faaliyet alanı tanınabilir. O da yardımcı dini hizmetlerdir. Yani hafız yetiştirmedir. Bütün tarikatlara yaptırım uygulanmalıdır.

>> Dini bilgisi kısıtlı, Kur’an bilmeyen bir kişinin etrafında işsiz gençleri toplayarak kurduğu bir tarikatın ‘’badeleme’’ hadisesi, haber olarak hafızalarımızdaydı. Siz bunu tekrar göz önüne getirdiniz. Toplumun genel ahlakına da uymayan bu tip şeyler din adına kolaylıkla insanlara dayatılabiliyor. Bunun alt yapısında ne var? Cehalet mi, ekonomik koşullar mı yoksa başka bir motivasyon mu?

Bu tür alt gruplar sadece İslam’a özgü değil. Bunu belirtmek isterim. Başka dini inanç gruplarında da bunlar yaşanabiliyor. Türkiye’deki tüm tarikatlar da bu şekilde faaliyet yürütmüyorlar. Bunu da belirteyim. Merdiven altı oluşumların insanları dinsel temelli sömürmesinin temelinde insanların yoksunluğunu çektiği duygusal, moral, dinsel, cinsel, ekonomik olarak yoksunluk çektiği ne varsa ondan kurtuluş yolu olarak bir tarikatın ve şeyhin bünyesine giriyor. O yüzden tarikatlardaki mürit profilleri ortalama olarak ilkokul mezunu, işsiz, işçi veya emekli düzeyindeler. O nedenle bu topluluklar toplumda türlü noksanlıklara sahip ve bunlardan bir kurtuluş yolu arayan insanlardan oluşuyor. Pekala onların bu noksanlıklarını, eksikliklerini istismar eden tarikat şeyhleri asıl ana akım tarikatların oluşturduğu dokunulmazlıktan, cazibeden ve güçten yararlanıyorlar. İnsanlar bu çağda, bu toplumda bir tarikat üyesi olmanın hem ilahi hem de dünyevi olarak kendilerini kurtaracağını, yalnız kalmayacaklarını, ekonomik olarak kurtulacaklarını düşünüyorlar. Hem maddi hem de manevi yönde bir kurtuluş yolu olarak kendilerini dayatan bu tür oluşumlara katılıyorlar ama bu ilişkinin 10-15 sene sürmesinin, sömürü çarkının bir o kadar sürmesinin arkasındaki asıl neden toplumun bunları bir tarikat kabul etmesi, toplumun bu istismarcıları güvenilir kabul etmesidir. Onlar da ana akım tarikatların meşruiyetinden, gücünden yararlanmaktadırlar.

>> Kitabın bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?

Toplumda artık AKP’nin son iktidar dönemini yaşadığına dair inanç giderek artıyor. AKP ile beraber iktidara ortak hale gelen tarikatların, dini grupların artık bu sistemin, bu bozulan ekonominin, ayrımcılığın, adam kayırmacılığın sonuç alınmaya varacak kadar türlü yolsuzlukların kaynaklarından biri olduğu düşünülüyor. Tarikatlar artık Allah ile meşgul olan bireyler değil, iktidarla ve parayla ilgilenen topluluklar olarak değerlendiriliyorlar. Dolayısıyla artık daha görünür oldular. Toplum artık onları sorumlu katında değerlendiriyor. Ona temas etmek artık eskisi kadar yakıcı hale gelmiyor.

>> Bu konu hakkında yazmaya ve araştırmaya devam edecek misiniz yoksa kafanızda daha farklı projeler mi var?

Özellikle hem dini hem milli sayılan argümanlarla toplumu dolandıran profiller üzerine bir çalışma daha yapma niyetim var.