Hayat tesadüfleri sever...

Virüsle yatıp virüsle kalkıyoruz. Hayat ne zaman normale dönecek diye merak ederken, sağda solda futbol takvimine dönüş haberlerini okuyoruz. Tamamen “duygusal” gerekçelerle liglerin bir şekilde bitirilmesi konuşuluyor. Sanki bunun bile telaffuz edilmesi için erken ya neyse…

Malum Covid-19 yüzünden kaybettiklerimizi anıyorum bir aydır. Bu köşede 31 Mart’ta ölen Pape Diouf’a yer vermemek olmaz. Müsaadenizle…

Senegalli bir ailenin çocuğuydu. 1951’de Çad’da doğan futbol insanı, 18’inde Marsilya’daydı. Fransa’nın en iyi üniversitelerinden birine giden delikanlı, sonradan gazeteciliğe başlıyordu. Yeşil sahalarla tanışması da zaten medya aracılığıyla olacaktı.

Gazetecilikten menajerliğe atlayan Diouf, başta Marsilya’nın kaya gibi stoperi Basil Boli ile Kamerun’la Dünya Kupası heyecanı da yaşayan kaleci Joseph-Antoine Bell’i temsil ediyordu. Kulüple olan sıkı fıkı ilişkisi sayesinde hayat-tesadufleri-sever-723429-1.yükseliyordu. Müşterileri arasında yok yoktu! Marcel Desailly, William Gallas, Samir Nasri ve Didier Drogba gibi yıldızlar onunla çalışıyordu.

Marsilya’daki geçirdiği tek sezondan sonra Drogba Chelsea’nin yolunu tutuyor, ertesi sene de Diouf kulübün bir numarası oluyordu. Beş büyük ligde mücadele eden üst düzey takımlar düşünüldüğünde siyah olan ilk başkan oydu. Onun döneminde bir kez ikinci olmuşlar, Fransa Kupası’nı da iki defa finalde kaybetmişlerdi. Senegalli futbol insanının göreve getirdiği Didier Deschamps, 2010’da 18 yıllık şampiyonluk hasretini dindirirken, o koltuğunu Jean-Claude Dassier’e çoktan bırakmıştı.

Franck Ribery’yi Galatasaray’dan söktüğü gün ziyadesiyle laf işiten başkanın aslında kariyerinde öyle bir maç var ki…

2006’da Marsilya, Paris Saint Germain maçı için başkentin yolunu tutuyordu. Normal koşullar altında bile zorlu olacak müsabaka, olağanüstü şartlar altında başlıyordu. Deplasman takımı sahaya yedekler ve gençlerle çıkıyordu.

Düşünsenize Fenerbahçe-Galatasaray maçına taraflardan birisinin yedeklerle, çocuklarla çıktığını. 1960’ların başında Inter, Juventus karşısına böyle çıkmış ve sahadan 9-1 mağlup ayrılmıştı.

Aslında her şey bir inatla başlamıştı. Kendilerine ayrılan bilet sayısına tepki duyan ve taraftarlarının güvenliğinden endişe eden Diouf tarihi kararı almıştı. Ona göre bu maçın telafisi vardı. Ancak kazın ayağı başkaydı.

O günlerde Banu Yelkovan maçı sıcağı sıcağına kaleme almıştı.

“...Aynı şehrin iki takımı arasında oynanan maç manasında zaten 'na-derbi' olan Frenk ligi, tek büyük maçının heyecanından da mahrum kalmış oldu. Trenle Paris'e gelen ve rakiplerinden tam dört lig aşağıda top koşturan 'miniklerin', anlı şanlı PSG karşısında farklı mağlup olacakları neredeyse kesindi. Ama evdeki hesap, çarşıya uymadı. 'Çanakkale geçilmez' taktiğiyle oynayan ve o güne kadar kimsenin adını sanını duymadığı çocuklar, maç boyunca gol atamasalar da, bir şekilde yememeyi de
başardılar. Hakem bitiş düdüğünü çaldığında, Dünya Kupasını kazanmışçasına seviniyorlardı.

Maç ertesinde Fransız basını bir yandan Marsilya'yı, bir yandan PSG'yi yerin dibine batırdı. En politik gazeteler de, spor basını sayılanlar da söz birliği etmişçesine futbolun artık tam olarak dibe vurduğu konusunda anlaşmışa benziyordu. Marsilya'yı 'taraftar popülizmi' yapmakla suçladılar, taraftara hoş görünmek adına verilen primlerin yarın öbür gün çok daha büyük sonuçlara yol açacağı tehlikesine dikkat çektiler, kendine 'profesyonel' diyen bir takımın böylesine amatörce bir davranışta bulunamayacağı, sahada alınan sonuç ne olursa olsun, bu davranışın Fransız futboluna saygısızlık olduğu konusunda hemfikir oldular. Bu sadece Marsilya'nın payına düşen kısımdı.

L'Equipe maçı 'PSG tarihe geçti!' başlığıyla duyurdu. Kadrosunda ligin gol kralını barındıran, birinci lig seviyesinde bir takımın, yedeklerden ve çocuk yaştaki futbolculardan oluşan bir rakibi yenememesinin çok büyük bir utanç olduğu ve Fransız futbolunun seviyesini gösterdiğini söylediler. Antrenör de, oyuncular da, yöneticiler de eleştirilerden nasibini aldı. Anlayacağınız geçen hafta Fransa'da lig tarihine geçen bir maç oynandı. Galibi yoktu.”

5 Mart 2006’da Parc des Princes’ten puan koparan kadroya gelince... 1981 doğumlu Cedric Carasso, sonradan yıllarca Bordeaux kalesini korumuş, emeklilik öncesi son durağı Galatasaray olmuştu. O gün 23 yaşında olan Arjantinli savunma oyuncusu Renato Civelli, Nice aktarmalı Bursa’ya gelmişti. Yine onun gibi 1983’te dünyaya merhaba diyen Alain Cantareil
bir ara Nice’te oynadıysa sonradan Rouen diye bir takımda görev yapmıştı. Bugün kim bilir nerede...

Maç günü 18’ini bile doldurmamış olan Garry Bocaly, futbola 27’sinde veda etmişti. Takımın gençlerinden Alexis Pradie, ekmek peşinde Yeni Dünya’ya bile gitmiş; kariyeri erken bitmişti. O gün 30’una merdiven dayamış Sylvain N'Diayé çoktan emekli. 1986’lı Mohamed Amine Dennoun, Cezayir Ligi’nde bile tutunamazken, ondan dört yaş büyük Vincent Gastine Komşu’da sahne almıştı. Oynadıklarından Rodos tamam da Thrasyvoulos’u duyan var mı?

1977’de doğan Portekizli Jose Delfim, 2009’da Trofense’de futbolu bırakmıştı. 1979’lu Andre Luis sonradan memleketi Brezilya’ya dönmüş, yıllarca irili ufaklı takımlarda sahne almıştı. O günkü kadronun en yaşlısı Christian Giménez 2010’da yeşil sahalara veda etmişti. Arjantinli forvet, 1974’te doğmuştu.

Karşılaşmadan sonra her iki başkana hak mahrumiyeti cezası gelirken, her iki takımdan birer puan kesilmesine karar verilmişti.

İşte o inatçı başkanı yaklaşık bir ay evvel kaybetmiştik. Senegal’de Covid-19’dan öldüğü bilinen ilk kişiymiş.

Hayat tesadüfleri sever, değil mi…