“Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır”

ESEN SABA

Bir Yudum İnsan programı gibi birçok önemli belgesel çalışmasında imzası bulunan gazeteci, yazar Nebil Özgentürk ile yakın arkadaşı Can Dündar’ı ve medya özgürlüğünü konuştuk. Özgentürk, 19 Ocak’ta katledilişinin 9. yılında andığımız Hrant Dink ve Can Dündar’la birlikte çektirdiği fotoğrafı Twitter hesabından paylaştı. Biz de kendisine bu fotoğrafın hikayesini sorduk.

Türkiye medya tarihine bakıldığında baskı ve sansürün eksik olmadığını görüyoruz. Gerçeği arayanların kaderi mi bu durum?

Aslında o kadar da kadere inanan bir adam değilim. İktidarlar her zaman kendisini eleştiren gazetecileri ve yazarları sevmediler, sevmezler. Dünyada da aslında öyledir ama burası başka. Dünyada yasalarla belirlenmiştir basının özgürlüğü. Basın hep dördüncü kuvvet olarak bilinmiştir ama her dönemde müthiş bir baskı altına alınmak istenmiştir. Bakın 80-90 yaşında yazarlar içeri atılmıştır Demokrat Parti devrinde.

Gece saat 01.00 civarında bir haberi savcı gazeteden çıkartıp orayı boş bıraktırabilmiştir, haberin olduğu bölüm bembeyaz çıkmıştır. Böyle olaylar da yaşadı bu ülkenin basını ki ben basın tarihi belgeseli yapmış bir insan olarak çok örnekler verebilirim. Darbeler basını baskı altına almışlardır ama bizdeki kadar gazetecinin hapse atıldığı hatta öldürüldüğü çok az ülke var. Uğur Mumcu’dan Abdi İpekçi’ye ve Hrant Dink'e kadar… Daha dün andık. Çok zor ve baskıcı dönemler yaşıyoruz basın için. Ağır zamanlar geçiriyoruz yüzlerce binlerce muhalif gazeteci işsiz fakat bu dönemde sosyal medya ortaya çıktı, hayat işte sosyal medya kontrol edilemiyor. Onu da basın içerisinde değerlendirebilirsek kendi kişisel bloglarından kişisel internet sitelerinden yaşanan süreci özgürce ifade edebilmek için özgürlüğün sınırlarını zorlayan arkadaşlarımız dostlarımız var.

Her alanda bir baskı ortamı hakim. Bu karanlık tabloyu tersine çevirmek nasıl mümkün olacak?

Tersine çevirmek ayakta kalarak dik durarak onurlu durarak muhalif gazetecilerin doğruyu söylemeye ant içmiş gerçekleri söylemeye yazmaya ant içmiş insanların korkmada dile getirmesi gerekiyor söyledikleri bu ülkenin acı çektiğini sürekli hatırlatması gerekiyor baskı altında bir toplum olduğunu yazması gerekiyor ve özgür basının güçlenmesi gerekiyor yıkılmaması gerekiyor. Taviz vermemesi gerekiyor. Sosyal medyayı çok kullanmak gerekiyor. Yani tabii ki kalemi, yazıyı engelleyemezsiniz bu insanlık tarihi boyunca böyledir. Yani biri gider bini gelir. İstediği kadar baskıcı otoriter bir yapı olsun gazetecisi, videocusu, radyocusu, belgeselcisi, hatta yine medya işi yaptığını düşündüğüm televizyoncusu ve sinemacısı bir meseleyi ülkenin bir sorununu sanatsal yolla ifade eden herkes bunu sakınmadan çekinmeden çözmesi gerekiyor. Diyeceksiniz ki söyleniyor mu? Tabii ki söylenmiyor. Çünkü insanları korkutuyorlar insanları işsiz bırakıyorlar. İnsanlar hakikaten evlerinde başka konuşuyor sokakta başka konuşuyor resmi dairede başka konuşuyor televizyonda başka konuşuyor ama ben biliyorum ki bu ülkede binlerce insan tanıdım, binlerce insanla belgesel, röportaj yaptım hakikaten çok bin bir renkli, insanlar tanıdım. Havada karada apayrı şeyler söyleyen insan modeli gördüm. Bu çok korkutucu bir şey aslında. Çok üzücü herkesin ses tonuna yansıyor kalbine yansıyor gözüne yansıyor bu durum. Burada çok iyi bir örnek var: Can’la Erdem. İçeride olmalarına rağmen taviz vermediler yazılarını yazıyorlar. "Beni affet" demediler çünkü yaptıklarının doğru olduğunu biliyorlar. Basın özgürlüğü çerçevesinde çok doğru bir şey yaptıklarını bildikleri için hiç taviz vermeden devam ediyorlar. Kenara çekilen çok fazla insan tanıyoruz. Toplumsal yıldırma getirir bunlar işte. İdol saydığımız değerli bulduğumuz bir çok insanın sesi çıkmıyor bir yandan da.

Siz Can Dündar’ı yakından tanıyan bir isimsiniz. Bu süreç onu nasıl etkiler?

Can 60 gündür aile yakınları, milletvekilleri ve avukatlar dışında kimseyle görüştürülmedi. Ben çok istedim, 40 kez başvurdum, birçok gazeteci başvurdu Can’la görüşmek için; hiç kimseye izin vermiyorlar. Bu yüzden aslında bunlar yasalara uygun değil. Biz kamu görevi yapan insanlarız hatta kamu görevi dediğimiz o başbakanlık başlığıyla başlayan bir basın kartımız var mesela. 'Basın Şeref Kartı' diye geçiyor. Bizim kamu görevi sayılan bir mesleğimiz var. Bunlara rağmen bize izin verilmiyor. Biz Can’ın en yakın çalışma arkadaşlarıyız, Bu bile bir basın mensubunun özgür olmadığının ispatı. İçeriye attıkları gazeteciyi kimseyle görüştürmeme aile yakınları dışında onlarla da çok özel koşullar sonucunda görüşme şansı veriliyor. Tabii ki görüşen arkadaşlarımız dostlarımız avukatlarımız Can’ın moralli olduğunu yazılarından anlıyoruz ki dik durduğunu bir anlamda bildiğim Can’ın 30 yıldır tanıdığım belgesel yaptığım benim can arkadaşım Can’ın moralli olduğunu görüyorum. Eşiyle de çok sık görüşüyorum biz ailece tanışırız. Aile dostumuz bir anlamda. Çocuklarımız tanışır o kadar yakınım onunla. Daha yeni bir belgesel bitirdik. Belgeseli çektik montajına tanık olamadı sık sık haber almaya çalışıyorum Can son derece moralli bir yandan da onu destekleyen milyonlarda var onu da biliyor. Bu ülkede her zaman iyi insanlar özgür basından olan insanlar vardır. Can yazısını da yazıyor ülkeye dair konulara hâkim oluyor. Can kitabını da yazıyor hatta kısmet olursa bugünlede yayınlamak istediğimiz üç bölümlük Nazım Hikmet, Hemingway ve Korda isimli bir fotoğraf sanatçısının Küba'daki izlenimlerini anlatan belgeseli göstereceğiz. Can'la beraber gittik Ekim ayında Küba’ya. İçeriden yazdı kendine ait bölümleri, belgeselin senaryosunu. Ben, Coşkun Aral ve o gitmiştik. Hatırlarsanız geçen yıl 12 bölümlük ‘Kültür Yolcuları’ isimli bir belgeseli bitirmiştik. Bütün ülkenin kimliklerini anlatan Kürtler, Süryaniler, Türkler, Ermeniler diye başlayıp devam eden. O çok mutlu olmuştu. Bu belgeselin de yayınlanmasını çok istiyor. Tüm bu yazılarının, romanlarının arasında hem dünyanın dört bir yanına makaleler yolluyor Avrupa gazetelerine, Amerikan dergilerine hem kendi gazetesine yazılar yolluyor. Hem de onu orada her gün yalnız bırakmayan umut nöbetçisi dostlarını ertesi gün televizyonlarda gazetelerde gördükçe mutlu oluyor. Yalnız olmadığını görüyor. Zaten yalnız bırakmamak gerekiyor Can’ı. 60 gündür çok özel bir destek var çok özel. Sizler bile özel bir ek hazırlıyorsunuz. Bu Can’ı çok mutlu eder. Sonuçta bu ülkede yıllarca hapis yatmış düşünce özgürlüğü savunmuş düşünce insanları, fikrinden dolayı yıllarca hapis yatmış insanlar gelip geçti. Bu ülkenin tarihi düşünceyi hep yok saydı. Fikrini anlatan insanları hep katletmek istedi, katletti. Hapse attı. Darbelerde binlerce insan fikrinden dolayı hapiste çürüdü. Can da bunları bilerek tarihi bilen bir insan olarak da şu anda içeride o hemen taviz verecek yılgınlaşacak mutsuzlaşacak bir insan karakterine sahip değil. Bütün acılardan geçmiş yazarların, düşünce adamlarının, yazarlarının tarihini darbelerin tarihi belgesel yapmış bir insanda olarak kendini kişisel olarak acılara boğulmuş bir insan olarak düşünmez. Daha feci koşullarda acılar çekmiş meslektaşları olduğunu bilir. Tabii ki onun şu anki durumu çok tatsız ve hakikaten çok sarsıcı. Düşünsenize 40 gün boyunca 6 metrekarelik tecritte kaldı nihayet son 10 günde Erdem kardeşimizle birlikte aynı odaya alındılar. Yani çok zor koşullarda, bilgisayar daktilo bile verilmeyen koşullarda, bir cezaevi hayatı yaşıyor. Can bunların üstesinden gelebilecek bir insan. Her insan hapiste zorluk çeker acı çeker. Düşünsenize kitaplarla iş yapan biri olarak 10 kitaptan fazlasını alamıyorsunuz odanıza. Kitaplarla büyüyen bir insan için aslında en büyük ceza bu, içeride olmanın ötesinde…

hayat-umutsuzluktan-umut-yaratmaktir-107042-1.

Twitter adresinizden Hrant Dink, Can Dündar ve kendinizin bulunduğu bir fotoğraf karesi paylaştınız. Hrant Dink'i katlettiler, Can Dündar ise hapiste. Bu sizin için nasıl bir duygu?

Ben o fotoğrafı hakikaten gözümden yaş gelerek paylaştım. Hrant, Can ve ben iyi arkadaştık. Şu anda da duygulanıyorum. Onu ben arşivimden buldum. Beraber çok olağanüstü insan hikâyeleri arayan üç arkadaştık biz. Tabii ki yanımızda başka arkadaşlarımızda vardı. Beyrut’a gittik; Hrant, ben, Can ve birçok arkadaşımız. İran’a gittik, diğer komşu ülkelere gittik, Amerikan’ın Irak’ı işgali sırasında Doğu Konferansı adıyla bilinen, doğu ülkelerinin barış isteyen insanlarının yan yana geldiği, kendi ülkemizden de 30 insan, diğer ülkelerin yazarlarıyla çizerleriyle buluşmaya gittik. O fotoğraf Beyrut’ta çekilmiş bir fotoğraftı. Hrant’la beraber sadece savaş, barış konularını değil bu ülkenin Osmanlı’nın yaşadığı tüm acıları konuştuk yol boyunca. İşte malum 1915 felaketini de konuştuk. Hrant dünyanın en güzel kardeşlerinden biri, bizim kardeşimiz zaten. Ve nasıl sarılırdı bizlere... Akıl ötesi bir şey... Hrant’ın katledilmesi bir kardeşliğin katledilmesiydi aslında. Ve Hrant barış istediği için öldürüldü. Biz 9 yıldır her gün onu anıyoruz, onu çok özlüyoruz. Gözümüzden yaşlar geliyor her 19 Ocak’ta ama o fotoğrafı görünce filmlerdeki gibi bir duyguya kapıldım ben de. Çünkü yılardır arşivimde duran bir fotoğraftı. Bir biçimde yine Can Dündar ve benimle ilgili yazılar sonucu ortaya çıkartmıştım. Ve altına bir cümle “sen güvercin telaşıyla öldürüldün” dedim. Beyrut sokaklarında çekilmiş fotoğraf ama bütün zalimler hala sokaklarda diye bir yazı yazmaya cümle etmeye çalıştım sosyal medyada. Bu beni tabii ki çok etkiledi. Çok paylaşılmış, izlenmiş, okunmuş. Bir arkadaşım şimdi cezaevinde bir arkadaşım mezarda... Zaten hatırlar mısınız Can çok anlatır: "Cumhuriyet Gazetesi'ndeki odam" diyor, "Mezarlığa bakar bir başka yere bakarsam da adliyeye bakar" diyor. "Şimdi" diyor, "Silivri Cezaevi’ndeyim ve hiçbir yere bakamıyorum, dört duvar arasındayım." Böyle metaforu olan, ilişkileri olan bir ülkede yaşıyoruz. Bu çok feci bir durum. Ama ben inanın çok kullanırım Yaşar Kemal’in bir sözünü, yine burada da kullanmak istiyorum. “Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır” demiştir üstat. Biliyorsunuz onun da yakında ölüm yıl dönümü var. Tam bugünlerde Yaşar Abi yoğun bakıma alınmıştı. O da çok büyük acılardan geçmiş ama hep onurlu kalmış, dik durmuş büyük bir yazarımız. Hep böyle hep anacağız onu. Hep seveceğiz. Bizim saygın hocalarımız Yaşar Kemaller olacaktır. Hrant da Yaşar Kemal’in oğluydu, Can da, ben de… Gerçekten Yaşar Abi’nin sözünü tekrar edersem; “Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır”. Evet çok umutsuz gibi görünüyor ama umudumuzu korumalıyız diye düşünüyorum. Haklı olan galip gelecektir.

***

Can’la Erdem özgür kalacaklar

Düşünsenize tüm yazılarını kalemle yazıyor ki onun da üstesinden geliyor. Bize yazdığı belgesel bile kalemle. Nazım'ın belgeselini yazıyor, bir yandan da Nazım bile daktiloyla yazdı şiirlerini 38-50 arasında hapisteyken... Bizim 12 yaşından beri kitaplar okuyan, yazılar yazan, şiirler yazan çok güzel belgeseller hazırlayan Can, şu an bir tek kalem ve kâğıda tutsak edilmiş durumda ve sınırlı kitaba sahip olabilir durumda. Yani istediği kitaplar tabii ki verilmek zorunda. Alabiliyor ama 10 tanesini al 10 tanesi ver şeklinde bir çocuk oyunuyla… Bunların üstesinden gelecektir, biz umutluyuz. Ama tabii ki mutsuzuz dostları olarak. Onun bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını çok istiyoruz ki olacaktır bu. Çünkü hayat bunu gerektiriyor. Can ve Erdem haberci, bir haber yaptılar, suç işlemediler zaten. Bir haber sarstı tabii ki hükümdarı bir anlamda. Can’ın deyimiyle söylüyorum “suçüstü yakalandılar.” Bu yüzden de elden geldikçe onu üzmeye zorlamaya hatta korkutmaya yönelik bir dönem yaşatılıyor ama tabii ki bu ne kadar sürebilir ki? Can, Erdem’le birlikte özgür olacaktır.