Ümraniye Cezaevi’nde 19 Aralık 2000’de bir katliam yaşandı.

‘Bora’ ve ‘Atmaca’ adlı iki plan uygulandı, sonucunda dört mahpus ve Uzman Çavuş Nurettin Kurt öldürüldü.

Otopsi raporlarına göre hepsini operasyona katılan askerlerin silahından çıkan kurşunlar öldürdü. Buna rağmen 399 mahpusa, beş kişiyi öldürmekten dava açıldı. Dava geçen Cuma günü karara bağlandı, mahpuslar, ‘öldürme suçunu işlemediklerinin sabit olması nedeniyle’ beraat etti. Mahkeme, 15 yıllık ‘yargılamamanın’ sonunda, malumu ilan etti.

Çünkü avukat Güçlü Sevimli’ye göre, değişen mahkeme heyetleri 15 yıl boyunca aynı şeyi yaptı, yeni duruşma tarihi vererek davayı erteleyip durdu: “Mahkeme 15 yıl boyunca hiçbir talebimizi kabul etmeyerek gerçeğin ortaya çıkarılması için hiç adım atmadı, araştırma yapmadı. Sadece yeni duruşma tarihi vererek davayı uzattı.”

Duruşmalar yaklaşık 10 dakika sürüyordu.

Mahpusların avukatları, Cuma günkü savunmalarında da “Yargılama kapsamında şu açıkça anlaşılmıştır ki, mahkemenin maddi gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir amacı ve niyeti kesinlikle yoktur. Bu anlamıyla da 15 yıldır süren bu yargılama tamamen göstermelik bir yargılamadır” dediler.

Oysa ‘Hayat Dönüş’ denilen operasyonun aslında ne amaçla yapıldığı, gerçekte kimlerin sorumlu olduğu, emri kimin verdiği mahkemeye sunulan belgelerde vardı. Dava sırasında operasyonun nasıl uygulanacağıyla ilgili planlar da ortaya çıktı. Mahkeme bu belgeleri hiç umursamadı.

Örneğin, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’nın soruşturma aşamasında dosyaya gönderdiği belgenin yanı sıra müdahil avukatlar 12 Haziran 2008 tarihli duruşmada, mahkemeye Ümraniye Cezaevi Özel Müdahale Planı’nı sundu.

Bu iki belgeye göre operasyonun İstanbul’daki en üst düzey komutanları, İstanbul Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş ile İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı Jandarma Kıdemli Albay H. İbrahim Tüysüz’dü. Hoş operasyonu komuta etti, Tüysüz yardımcısıydı. Bu isimlerle ilgili hiçbir işlem yapılmadı.

Mahkeme, avukatların olay yerinde keşif yapılması talebini bile kabul etmedi.

Emri verdikleri ve operasyondan haberdar oldukları yine mahkemeye sunulan belgelerle ortaya çıkan dönemin yetkililerinden Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, Cezaevi Savcısı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın duruşmada dinlenmesi talebi de reddedildi.

Siyasileri bırakın, operasyonu komuta edenler, tanık olarak bile dinlenmedi.

Hatta emanette bulunan delillerin (daha doğrusu saklananlardan geriye kalanlar) incelenmesi talebini de geri çevirdi mahkeme. 15 yıl boyunca deliller emanette bekledi.

En basitinden, operasyon günü telsizlerden konuşulanların bile dosyaya girmesini istenmedi. Aynı şekilde kamera görüntülerinin dosyaya girmesi de hâkim engeline takıldı. (Malum, memlekette devletin işlediği bir suçta kamera görüntülerinin ‘kaybolmaması’ nadirdir.)

Mahkemenin tek kabul ettiği talep, operasyona tanık olan gardiyanların ifade vermesiydi. İsim listesi gelince bundan da vazgeçti, kendi kararını uygulamadı. Olayın tanığı olan gardiyanlar neler gördüklerini anlatamadı.

Operasyon öncesinde tutuklular ile görüşmelerde bulunan yazar, aydın, kurum temsilcisi ve sanatçıların huzurda tanık olarak dinlenilmesi talebi de yine mahkemece reddedildi. Sonrasında “kandırıldık” demişler, görüşmelere göstermelik olarak izin verildiğini söylemişlerdi. Devletin operasyonu aylar öncesinden en ince detayına kadar planladığı da mahkemeye gönderilen belgelerle anlaşılmıştı.

Ümraniye Cezaevi’nde operasyona katılan 267 askere açılan dava ise sürüyor. Askerlerin hepsi operasyona katıldıklarını inkâr etti. Mahkeme başkanı horladığı için HSYK’ya şikâyet edildi. HSYK hâkime soruşturma açmadı.

Devlet öyle sağlam bir plan yapmış ki, 15 yıldır tıkır tıkır işliyor.