İklim krizi tartışmalarının hızlandığı günlerde sermaye de aynı hızla yeni arayışlar içinde. Özellikle yeşil dönüşüm kapsamında, sürdürebilirlik adına alternatif enerjilere yönelen sermaye, enerjide bağımsızlığı da azaltmak istiyor.

“Hayata Evet, Madenciliğe Hayır”

Ezgi GÜNEYTEPE

Almanya´da fosil enerji ve yenilenebilir enerji sermayesi, kıran kırana pazar payı peşindeyken, bazı iklim aktivistleri de marjinal eylemleri ile yenilenebilir enerji çağrısında bulundular.

Kulağa son derece hoş gelen yeşil dönüşüm ise kapitalist sistem içinde bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. İklim krizi sadece karbonsuzlaştırmaya indirgenerek, asıl sorun ötelenmiş gibi gözükmekte. Yenilenebilir enerji, bir temiz enerji alternatifi gibi görünsede, uzmanlar bazı sorunsallara işaret ediyor.

Yenilenebilir enerji sistemleri sınıflandırmasına rüzgâr, güneş, biyokütle, jeotermal, hidroelektrik, hidrojen ve dalga enerjisi girmekte. Uluslararası sermaye ise bu yeni pazarı bir “kazan-kazan” durumu olarak ele alıyor. Neo-liberal dönemde bütün söylemlerini tüketmiş olan sermaye, kendini meşru kılmak ve toplumun rızasını da almak için, hem sermaye birikimini yükseltecek hem de doğa dostu olarak karşımıza çıkacak.

2013 yılında DENA (Deutsche Energie Agentur) isimli bir Alman şirketi, Türkiye´de yenilenebilir enerjiler üzerine bir saha çalışması yaparak, yatırımcılara önerilerde bulunuyor. Görünen o ki, Türkiye´nin doğal kaynakları yine bir rant alanına çoktan çevrilmiş. Saha araştırmalarına tam gaz devam eden sermaye ise, “bilimi” de kendi tekeline alıp, ikna edici raporlar sunuyor. Almanya´da iki lobi sektörünün rekabeti devam ederken, tüketici artan enerji fiyatlarından oldukça dertli. Bir tarafta fosil yakıt enerji sektörü ve diğer tarafta yeşil dönüşüm lobisi.

Sorunlardan bir tanesi, yenilenebilir enerji üretimi için tedarik edilmesi gereken nadir toprak elementleri (NTE). Bu elementler doğada nadir bulundukları için değil, cevher işleminin zorluğuyla bilinmekteler. NTE´ler cam ve seramik sanayi, metalürji sanayi, lazer ve mıknatıs üretimi, petrol katalizörü ve ileri teknolojik cihazlarda kullanılmakta. Yeşil dönüşüm kapsamında, yenilenebilir enerji üretiminde tedarik edilmesi gereken NTE´lerin, gelecekte talebin artmasıyla, daha da stratejik bir konuma geleceği bekleniyor. Çin günümüzde %80 pazar payı ile, rafine edilmiş NTE´lerin en büyük tedarikçisi konumunda. Bu durum haliyle Çin´in NTE´leri bir stratejik silah olarak kullanmasını da beraberinde getiriyor. Bu husustan rahatsız olan Batı sermayesi Çin´e bağlı kalmamak adına, başka tedarikçi ülkeler arayışı içinde. Peki bu Türkiye için ne anlama gelebilir? Türkiye´de madencilik son 5 yılda neredeyse 4 kat büyüdü ve maden yasası şirketlerinin çıkarlarını korumak için son 20 yılda 21 kez değişti. Geçtiğimiz temmuz ayı başında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez Eskişehir Beylikova´da 694 milyon tonluk NTE rezervi bulunduğunu açıkladı. Dünya’nın ikinci büyük rezervi anlamına gelen bu miktara Alman uzmanlar temkinli yaklaşıyor. Yeterli bilimsel araştırma yapılması gerektiği kanısındalar. Batı sermayesinin vazgeçemeyeceği bir ülke olan Türkiye, özellikle madencilikte ucuz maliyet ve kolaylaştırılan yasalarla, daha da cazip hale geldi. Anlatılan “Çin modeli” acaba bu mu diye sormaktan insan kendini alamıyor.

NTE alanından tekelleşen Çin ise Dünya genelinde fiyatları neredeyse tek başına belirliyor. Teknolojinin vazgeçilmezi olan NTE´ler, Çin tarafından stratejik bir silah olarak kullanılmakta. Öyle ki, bazı uzmanlara göre ABD ve AB ülkeleri, Çin ile diplomatik ilişkilerinde NTE´lerin son derece yön verici bir durumda olduğu görüşündeler. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Çin´le olan bu bağımlılığın Almanya ekonomisi için bir risk taşıdığını ve bu bağımlılığı azaltmak adına yeni arayışlar içine girmeleri gerektiğini aktardı. Özellikle ABD´ye karşı yöneltilmiş bir silah gibi kullanılan NTE´ler, belki Çin´e açılabilecek muhtemel bir savaşı bile engellemekte. Yeşil dönüşüm ile madencilik sektöründe artışların 2050 yılına kadar yükseleceği tahminlerden biri. AB´de madencilik maliyetinin yüksek olmasından dolayı, sermaye Güney Yarım Küre´de maden arayışlarını hızlandırdı. Gezegenin kurtuluşunu hedeflerken sadece “enerji obsesyonuna” bağlı kalmak ve bütünselliği kaçırmak, kapitalizm içinde çözümler aramak, birçok Alman Marksist tarafından eleştiri konusu. 2021 yılında 180 STK´dan oluşan “Hayata evet, madenciliğe hayır- Platformu (Yes to Life, No to Mining Network) AB´nin yeşil dönüşüm altında madencilik faaliyetlerine karşı bir bildiri yayınladı. Platformun üyelerinin çoğunluğu, Latin Amerika gibi sömürge madenciliğine maruz kalmış ve bunun acı sonuçlarını deneyimlemiş STK´lardan oluşmakta. Latin Amerika adına açıklama yapan Guadalupe Rodriguez “AB'nin büyüme ve yeşil mutabakat planları, Güney Yarım Küre´de topraklarının, sularının ve hatta yaşamlarının yok edilmesine direnen, etkilenen sakinlerin ve toplulukların haklarını ciddiye almalıdır. Hep birlikte, Avrupa'da tüketim için Dünya çapında yüzlerce yeni madencilik projesine karşı seslerini yükseltiyorlar. Bu mesaj acil bir şekilde Kuzey'de duyulması gerekiyor: "Hayata evet, madenciliğe hayır"