Edebiyat her zaman bir dönüşümün ifadesidir. Dünyanın acılarını güzelliğe dönüştürmekle ilgilidir mesela

Gezi’nin yıldönümü yaklaşırken, "Edebiyat ve Gezi” başlıklı bir yazı yazmam istendi benden. Bu ilişkiye dair o kadar çok yazılıp çizildi ki, biraz da gönülsüz bir şekilde kabul ettim. Geçtiğimiz üç yıl içinde, Gezi direnişinin edebiyata etkisinin hangi yönde olduğu sorusuna birçok eleştirmen ve yazar uzun uzun cevaplar verdi. Bu konuda yazılan kitaplar listelendi, içinden Gezi geçen romanlar hakkında sayfalarca gazete haberleri ve makaleler yazıldı. Benzer şeyleri tekrar eden bir yazı daha yazmaktan çekindim.

Sonra fark ettim ki, ben zaten Gezi’nin kendisini bir edebiyat eseri gibi görme eğilimindeyim. Gerçekten de Türkiye’nin bu unutulmaz baharı, hayatlarımızın hikayeleşerek kendi dar sınırlarının ötesine geçtiği, sıradan insanların birer roman karakteri gibi davranmaya başlayıp kahramanlaştığı ve dünyanın ilhamla uyanıp bambaşka olasılıklarla dolduğu nadir anlardan biriydi. Gezi, Türkiye’nin üzerinde biriken acıyı ve kederi hepimizin paylaşabileceği bir güzelliğe dönüştürmeyi başardı. Kötülüğe ve adaletsizliğe, usta bir hikayecinin yapacağı gibi, incelikle ve mizahla yanıt verdi. Üstelik hikayenin sonunu açık bıraktı. Onun edebiyatla kurduğu en görünür ilişki buydu bence.

hayatin-edebiyat-kadar-guzel-oldugu-anlardan-biri-141866-1.

Her sene öğrencilerime anlatıyorum, edebiyat çok güçlü bir araçtır, çünkü insanın dünyasını başkalarının hikayelerine açar. Başka birinin acısını anlamanın, bizim gibi olmayanın derdine ortak olmanın yolunu buluruz iyi bir hikaye ile birlikte. Gezi’de olanları özetlemek istersek ilk başvuracağımız nitelik bu değil midir? Orada insanlar kendine benzemeyenin yanında durmayı öğrendi, başkasına kulak verdi ve onu anlamaya çalıştı. Edebiyat önce bunu yapmaz mı? Bize başka bir insanın etine kemiğine bürünmenin, dünyayı onun gördüğü yerden görmenin ve anlamanın kapılarını açmaz mı? İyi bir hikâyeyle birlikte belki de hiçbir zaman gitmeyi hayal etmediğimiz yerlere gider, asla yerinde olmayı düşünmediğimiz kişilere dönüşürüz. Kısa bir süre için düş gerçek olur, bambaşka olasılıklar önümüzde açılır ve kendimizi ötekinin yerinde buluruz. Onun acılarıyla kendimize döner ve insanlaşırız. Dönüşüm de böyle başlar zaten.

Edebiyat her zaman bir dönüşümün ifadesidir. Dünyanın acılarını güzelliğe dönüştürmekle ilgilidir mesela. Ne kadar korkunç bir şeyden söz ederse etsin, onu yoğun ve etkili bir biçimde anlatır çünkü. Kedere ve umutsuzluğa baş kaldırmanın en iyi yollarından biridir onun için. Yaşamın malzemesini alıp onu sanat haline getirir ve unutulmaz kılar. Gündelik hayatı büyülü bir şeye çevirmekle ilgilidir yani. Aynı Gezi’de olduğu gibi. Karakterlerin dönüşmesini ve hayatı bambaşka bir ışık altında yepyeni bir açıdan görmelerini de anlatır aynı zamanda. Ama illa ki bir dönüşümden söz eder. Bir gün bir şey olmuş ve olaylar gelişmiştir. Daha da garibi, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü artık o şey yaşanmış ve büyük kırılma gerçekleşmiştir.

Edebiyat ironiden beslenir bir de. Sözün kendisi ironiyi içinde taşır çünkü. Söz, dünyanın karşısında durur ve ona aslında sandığı şey olmadığını hatırlatır. Dünya kendi tıkır tıkır işleyişi içinde yegane gerçek olduğunu, mutlak ve değişmez olduğunu zannediyor olabilir. Söz ise, ona "biricik ve tek” olmadığını söyler. Nesnelerin dünyası dar ve sınırlı, sözün olasılıkları ise sonsuzdur. Söz çoğaldıkça olasılıklar da artar ve "gerçeklik” diye önümüze konan şey kendine bir çeki düzen vermek zorunda kalır. Gezi’de olanlar, bu ironiyi daha başından kucaklamış olması açısından da edebiyatla benzerlik taşır. Sözün gitgide çoğaldığı, kendine yeni ifadeler bulduğu ve çok çeşitli ağızlardan dile geldiği yerdir Gezi. Sadece benzersiz bir mizah anlayışını benimsediği için değil, daha önce duyulmamış seslerle konuşmaya cesaret ettiği ve kendini fazlaca ciddiye alan "gerçekçilere” ayar verdiği için de böyledir bu.

Son olarak edebiyat ilham verir. Her zaman güzellikten ve iyilikten bahsettiği için değil elbette. Aslına bakarsanız, edebiyat çoğu kez felaketlerden söz eder. İyi yazarların hemen hepsi, insanlığın acılarını anlatanlardır. Ama zaten güzellik derken bunu kastetmiyoruz. Edebiyatın ilham verici gücü acıyı şiire dönüştürebilme becerisinden gelir. Çamurdan çömlek yapabiliyorsak ya da elemden şarkı, neden umutsuzluğa kapılalım ki diye düşünürüz. İyi bir hikaye bize dayanma kuvveti verdiği gibi, yepyeni ufukların varlığını da bildirir, geleceğe dair inancımızı tazeler.

Gezi’ye dönersek, onun gücü de hayatı bir şiir gibi yaşamış olanların güzelliğinden gelir. Adalet, kardeşlik ve insanca bir hayat talebi ile sokağa çıkmış onca kişinin birlikte hareket edebilme becerisinden gelir. Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım ve Hasan Ferit Gedik’in artık zihinlerimize nakşolmuş suretlerinden yayılan umuttan gelir. Onlar gibi insanların varlığı daha iyi bir geleceğin olasılığını önümüze koymuştur çünkü. Şu anda bunu göremiyor olabiliriz, elimizi uzattığımızda dokunamıyor olabiliriz, ama bu ülkede Gezi’nin yaşanmış olması geleceğin sandığımız kadar karanlık olmayacağının en açık göstergesidir.

Hayatın edebiyat kadar güzel olduğu anlar nadirdir. Gezi de bu anlardan biriydi. Güzelliğin haksızlığa ve çaresizliğe meydan okuduğu, insanların bütün farklılıklara rağmen yanındakini kucaklamayı başardığı ve bambaşka bir Türkiye olasılığının kısa bir süre için bile olsa bize yüzünü gösterdiği bu eşsiz hikayeyi hiç unutmayalım.