Adının Burhan olduğunu öğrenip ona örücülük mesleğini soruyorum. Burhan Bey, mesleğini gülümseyerek anlatmaya başlıyor

Hayatın söküğünü dikenler; örücüler

> ONUR TUNCAY tncyonur@gmail.com

Beşiktaş’ta, Ihlamurdere caddesine girdiğimde sağımda eski bir iş hanı görüyorum. İş hanının girişinde ‘Örücü’ yazısını görünce merak edip hana adımımı atıyorum. Oracıkta, belki de iki metrekarelik küçücük bir dükkanda beyaz saçlı, güleç yüzlü bir adam kıyafetlerle boğuşuyor. Sevecenlikle karşılıyor beni, adının Burhan olduğunu öğrenip ona örücülük mesleğini soruyorum. Burhan Bey, mesleğini gülümseyerek anlatmaya başlıyor.

İnce işçilik
Aslen Vanlıyım ama ben 1942 yılında İstanbul’da doğdum. Bizim rahmetliler oralardan göçmüş. Üç çocuk babasıyım. Hatta torunlarım bile var. Yetmiş iki yaşındayım ama hala çalışabiliyorum. Gözlerim bozulmadı çok şükür. Çünkü bizim meslek ince işçilik gerektirir. Gözlerin görmezse ipliği dokuyamazsın kumaşa.

Biz terzi değiliz. Terzi dediğin kıyafet diker, tadilat yapar. Bizim işimizse kıyafetlerdeki yırtıkları, darbeleri onarmak. Yama yapmak değil ama. Yırtık yerin üzerine kumaş koyup dikmiyoruz. Darbeli yeri, kumaştan söktüğümüz ya da kumaşla aynı renkte olan ipliklerle ince ince dokuyoruz. Yani kumaşı örüyoruz aslında. Adı üstünde örücüyüz!
Kıymetli, pahalı kıyafetler bazen kullanılmaktan eskiyor, bazen yırtılıyor ya da sandıkta dura dura güve yeniği oluyor. Böyle bir şey olduğunda insanlar kıyafetlerini terzilere değil örücülere götürüyorlar. Çünkü terzinin dikişi kıyafetin üzerinde belli olur, karşıdan bakınca göze batar. Bizim dikişimiz ise gizlidir, çok dikkatli bakılmadığı sürece belli olmaz.
İnsanlar ailesine ait kıymetli kıyafetleri ya da değer verdiği elbiseleri sandıklarda saklıyorlar. Fakat sandıkta duran kıyafetleri de güveler yiyor. Hatıra olduğu için kıyafeti çöpe de atamıyorlar. Hal böyle olunca da bize iş çıkıyor. Bir parça kıyafet neredeyse bir buçuk saatimi alıyor. Parça karşılığında ortalama on beş lira alıyorum. Eğer işçiliği çoksa yirmi lira istediğim de oluyor.

Eskiden insanların bir kat takım elbisesi ya olurdu ya olmazdı. Herkesin iki gömleği vardı. Kıyafet değerliydi yani. Kıyafet istediğin zaman terziye gidip diktirirdin. Şimdiki gibi hazır kıyafet, yani konfeksiyon yoktu fazla konfeksiyon ürünü lüks sayılırdı. Kıyafet az, ve kıymetli olduğu için zarar gördüğünde hemen tadilata getirilirdi. Kıyafetin ömrünü olabildiğince uzatılmaya çalışılırdı. Günümüzde konfeksiyon arttı ve ucuzladı. Bu sebepten insanlar bir gömleği örücüye getirip on beş liraya tamir ettirmek yerine gidip yirmi liraya yenisini alıyor.

Sayımız hayli azaldı. İstanbul’da yüzlerce örücü vardı eskiden. Şimdi ise yirmiyi geçmez tahminimce. Kapalıçarşı civarında bir grup örücü var hala. Ben de Kapalıçarşı’da çırak olarak başladım bu işe. On dört yaşındaydım. Başka bir meslek yapmadım zaten hayatım boyunca. Evime baktım, çocuklarımı okutup evlendirdim. Hepsini sabah akşam kıyafet örerek yaptım. Şimdi yetmiş iki yaşındayım. Örücülüğün son ustalarından biriyim. Son dükkanlar kapanınca bu meslek bitecek. Geriden çırak yetişmiyor çünkü örücüye ihtiyaç duymuyor artık insanlar. Zaten bu iş hanı da yıkılacakmış. Sahibi başka bir bina yapacakmış. Gerçi beni çok ilgilendirmiyor. İki buçuk metrekare dükkanım var sonuçta. Kendimin de değil, yıllardır kiracıyım. Binanın yıkılmasını bekliyorum yıkılana kadar çalışacağım. Bina yıkılınca da emekliye ayrılacağım. Yeni dükkan açmayacağım artık, evde torunlarıma bakacağım.