Hayatlarımızı radikal bir şekilde savunmalıyız

Kalina Drenska - Bulgaristan LevFem ve FemBunt üyesi

Erdoğan'ın İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi kadınlara yönelik saldırılarda münferit bir olay değil, diğer AB ve AB dışı ülkelerde de benzerleri görülebiliyor. Saldırılar karşısında küresel bir seferberlik çağrısında bulunan Ulusötesi Temel Özerk Mücadeleler- EAST'ten Kalina Drenska Transnational Social Strike Platform’un sorularını yanıtladı. Drenska, toplumsal yeniden üretim ve emek alanlarında çalışan sosyalist bir feminist. Feminist kolektifleri LevFem ve FemBunt'un üyelerinden Drenska Dversia dergisinin editörlerinden.

Bulgaristan’da İstanbul Sözleşmesi ve kadına yönelik şiddet tartışmaları nasıl gelişiyor?

İstanbul Sözleşmesi, Bulgaristan’da 2018'de anayasaya aykırı ilan edildi. Sözleşmeye karşı ortaya atılan gerici söylem kazandı. Doğu Avrupa'da veya başka bir bölgede sözleşmeyi anayasaya aykırı gören başka bir ülke yok. Bulgaristan sözleşmeyi 2016'da imzalamıştı. 2017 sonunda ve 2018'in başında aniden Bulgaristan'daki Evanjelik, Katolik, ultra-Ortodoks örgütler ve STK'lardan bir seferberlik başlattı. Bir açık mektup hazırladılar ve siyasi partilere gönderdiler. Bunlardan biri faşist, aşırı sağcı partiydi. Onlar da kampanyaya katıldı. “Üçüncü cinsiyeti” kurmak, pedofiliyi yasal hale getirmek istendiği söylenerek anlaşmaya karşı çıkıldı. Tartışmayı LGBTİ karşıtı söylem etrafına kaydırmayı başardılar. Gericilerin karşı çıktığı bir başka nokta da İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye'den geldiği fikriydi. Bulgaristan'da tarihsel nedenlerden dolayı, özellikle sağcı, güçlü Türk karşıtı duygular halk arasında hala var. Bu Türk karşıtı duygu, aynı zamanda hem Batı'dan hem de Türkiye'den ithal edilen İstanbul Sözleşmesi'nin bazı hayali “geleneksel Bulgar değerlerine” aykırı olduğu anlatısını yaratmak için Batı karşıtı duygularla birleştirildi.

İlericiler nerede eksik kaldı?

İstanbul Sözleşmesi'ni savunan ilerici cephe yetersiz kaldı. Sadece çok küçük bir sol azınlık, İstanbul Sözleşmesi'ni ve kadına yönelik şiddeti diğer şiddet biçimleriyle ve daha yapısal sorunlarla ilişkilendirmeye çalışıyordu. Ancak genel söylem, hümanist, ilerici, liberal feminist ve insan hakları örgütleri tarafından yönetildi. Ve bence o zamanlar yapılan en büyük hatalardan biri, sözleşmenin onaylanması için bu ilerici cephenin insanlara, Bulgaristan'ın sıradan insanlarına cinsiyetin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmaktı. İnsanlarla proaktif bir şekilde ilişki kurmaya kadınlardan, LGBTİ'lerden, göçmenlerden, işçilerden ve sözleşmenin onaylanmasından gerçekten yararlanacak tüm insanlardan destek almaya çalışmak yerine, neyle ilgili olduğunu açıklamak biraz paternalist bir yaklaşımdı. Açıkçası, bu yaklaşım başarısız oldu.

İlerici güçlerin eksikliği neydi?

Tartışmayı gerekli olan, daha yapısal konulara doğru itebilecek aktif sol veya kapitalizm karşıtı feminist örgütler yoktu. İlerici tarafta olan bir başka şey de genel tutumun “şimdi kadına yönelik şiddete odaklanacağız” tarzı bir yaklaşım olduğuydu, ancak bu LGBTQI+'ları tartışmanın dışında bırakacak şekilde yapıldı. LGBTQI+'lar sözleşmeyi desteklemek için protestolara aktif olarak katıldılar, ancak onlardan gökkuşağı bayraklarını indirmeleri ve “LGBTQI+ sorunları” hakkında konuşmamaları istendi. İstanbul Sözleşmesi karşıtı duygulardan en büyük darbeyi LGBTİ’ler aldı. Sözleşmenin anayasaya aykırı olduğu ilan edildikten sonra bile kadına yönelik şiddet meşru bir sorun olarak algılandı ve LGBTİ bireyler daha sert saldırılara maruz kaldı. Eksik olan şey, sözleşmenin onaylanmasından fayda sağlayacak tüm insanların-kadınlar, göçmenler, LGBTİ bireyler- seferberliğiydi.

Gericilerin argümanları neydi?

İstanbul Sözleşmesi gibi ilerici belgelere ve diğer mevzuat türlerine karşı olan gericilerin bunlara “kültürel” gerekçelerle saldırdıkları çok açık. Sanki Batı, Bulgaristan'da veya diğer Doğu Avrupa ülkelerinde cinsiyet ideolojisini bize dayatmaya çalışıyormuş ve bizim direnmemiz gerekiyormuş gibi, bunu kültürel bir tartışma olarak çerçeveliyor. İşin komik yanı, bu genellikle ABD’deki Cumhuriyetçiler veya Katolik Kilisesi gibi Batı sermayesi tarafından finanse edilen kuruluşlardan geliyor. Gericiler toplumsal cinsiyetin biyolojik olarak belirlendiği ve kadınların doğal biyolojik bir role sahip olduğu fikrini öne sürüyor. Kadınlara doğalmış gibi atfedilen bu rol, aile içi kadına yönelik şiddet gibi özel meselelere devletin müdahale etmemesi gerektiği fikri ile birleştiriliyor. Bu, yeni sert neoliberal reformlara dayanan, sağlık, anaokulları, okullar vb. gibi kamu bakım tesislerinin finansmanını kesen rejimler için son derece faydalı. Ataerkil kapitalist sistem, biyolojik çocuk sahibi olmayı amaçlamayan ilişkileri cezalandırıyor, çünkü bu tür ilişkiler gelecekteki işgücünün yeniden üretimine katkıda bulunmuyor ve dolayısıyla kapitalizm için “ekonomik olarak daha az rasyonel.”

Ulusötesi sosyal grev gibi bir proje nasıl etkili olabilir?

90'lardan bir anekdot anlatacağım. Bir arkadaşım bana anaokulundayken çocukların “grev! grev! grev!” diye bağırdıklarını çünkü uyumak istemediklerini söyledi. Bulgaristan'da anaokullarındaki çocukların her öğleden sonra saat 2 ile 4 arasında uyuma geleneği vardı. Çocuklar daha sonra bir grev düzenlemeye karar verdi! Bu neden oldu? Çünkü 90'lı yıllarda Bulgaristan'da herkes grev yapıyordu ve bu çocuklar da grevleri duyuyor ve bir şekilde çevrelerinden duyduklarını taklit ediyorlardı. Ne zaman rastgele bir gazete ya da haber açsanız, emtia fiyatlarının yükselmesine, kötü çalışma koşullarına, eksik maaşlara karşı grev yapan işçiler olduğunu görürdünüz… Herkes grevdeydi. Bu, insanlar tarafından yaygın olarak kullanılan bir mücadele aracıydı. Bugünlerde kimse grevden bahsetmiyor. Sınıf mücadelesinin bu çok güçlü silahını kamuoyunun gündemine getirmek çok önemli. İnsanların bu silaha sahip olmayı düşünebilmeleri için onu halkın hayal gücüne geri koymak gerekir. Bu nedenle E.A.S.T’in çok değerli bir fırsat olduğunu düşünüyorum, özellikle diğer ülkelerde neler olup bittiğini görmek ve bağlantı kurmak için. Çünkü bazen Bulgaristan'ın çok kötü olduğu hissine kapılıyoruz, bu sorunlarla uğraşan yalnız biziz diye düşünüyoruz, ama elbette yalnız değiliz. Özellikle Doğu Avrupa'da durum çok benzer, ancak dünyanın başka pek çok yerinde de aynı sorunlar var. Tüm farklılıklara rağmen, birçok benzerliğimiz var. Bu benzerliklere bakmalı ve ırkçılığa, sömürüye ve ataerkilliğe karşı mücadele deneyimlerimiz arasındaki bağlantıları görmeliyiz. Bu bağlantıları kurarak daha güçlü bir direniş inşa edebiliriz. Güç bizde. Geleceğimizi ve hayatımızı belirleyebilecek olan biziz. Hayatlarımızı radikal bir şekilde savunmamız gerekir.

Lefteast.com’dan çeviren
Setenay KIZILKAYA