Eskiden doktor tabelalarında yazardı.

Ayna bulunur!..

Bandırma'da apartman tepelerinde güvercin kovaladığımız ortaokul yıllarım...

Bir gün kendimi eve zor attım, ateşten zangır zangır titriyorum, yorgan, battaniye filan, ı-ıh, yerdeki halıyı kaldırıp çektim üstüme, nafile!..

O geceyi öyle ateşler içinde geçirdim, ertesi gün babam doktora götürdü.

Sanırsam Bandırma Hükümet Tabipliği de yapan bir pratisyen hekimdi.

Nefes al, nefes ver, nefesini tut, tık, tık, şık, şık, muayene etti...

Bir de aynaya sokalım, dedi.

Plörezi; zatülcenp olmuşum.

Böylece ilk defa "ayna"yla tanışmış oldum.

•••
Tıptaki adı radyoskopi.

Hasta X ışınları ile flörasan ekran arasına yerleştirilir...

Hastanın vücudundan geçen X ışınları bu ekran üzerinde bir imaj, görüntü oluşturur...

Doktor böylece hastalığı görüp teşhisini koyar.

Tıpta fevkâlâde büyük bir devrim yapmış, nice canlar kurtarmıştır.

Ve fakat bir büyük kusuru vardır...

Aynaya giren hasta öyle yüksek doz radyasyon alır ki...

Ölüye versen mezarında ters döner!..

Bu nedenle zamanla yerini radyografiye terk etmek zorunda kalmıştır.

Bu defa X ışınları flörasan bir ekrana değil de bir röntgen filmine düşürülerek görüntü elde edilir.

Sonra hekim o röntgen filmini tetkik ederek teşhisini koyar.

Hani şu eski Türk filmlerindeki doktorun havaya kaldırdığı ya da negatoskop denilen ışıklı bir levhaya tutup baktığı...

Sonra da derin bir "hımm" çekip "Maalesef altı ay ömrünüz kalmış!" dediği sahne.

Şimdilerde görüntüler röntgen filmine değil CD'lere kaydedildiği için o sahneler pek yaşanmıyor.

Radyografi ise tıpta hâlâ yaygın olarak kullanılıyor.

Ancak radyografinin de bir büyük kusuru var, alınan görüntü tek plan üzerinde iki boyutlu olarak izlenebiliyor.

Dolayısıyla farklı organ ve dokuların görüntüleri birbirinin üzerine düşüyor.

Böyle olunca da hangi görüntünün hangi organa, hangi dokuya ait olduğunu ayırt etmek pekmümkün olmuyor.

•••

Radyografinin bu kusuru yetmişli yıllarda yeni bir keşifle, Türkçesiyle Bilgisayarlı Tomografi, kısaltılmışı BT, aşıldı, vücuttan farklı kesitler almak mümkün hale geldi, böylece teşhis kabiliyeti çok daha arttı.

Radyolojideki BT devrimini hemen akabinde bir başka büyük buluş izledi.

Manyetik Rezonans, kısaltılmışı MR, İngilizce okunuşuyla Emar.

Bu defa X ışınlarıyla değil de manyetik dalgalarla çalışan...

Gene BT gibi vücudun derinlerine nüfuz edebilmeyi ve ince kesitler alabilmeyi mümkün kılan bir alet.

Aynı yıllarda ultrason, sintigrafi, pozitron emisyon tomografisi gibi diğer teknolojik gelişmeler de hayatımıza girmiş olsa da...

Hayatta biz en çok BT ile MR'ı sevdik!..

Nasıl çalıştıklarını, ne işe yaradıklarını, hangisinin hangi durumda daha yararlı olduğunu bilmesek de...

Çıktıkları günden beri peşlerinden koşuşturmaktan vazgeçmedik.

Bir alet çıkmış; bir uçtan girip öbür uçtan çıkıyorsun, bütün hastalıkların bir bir ortaya çıkıyormuş.

Batının ilmini, fennini (ç)alıp, ahlâkını, kültürünü sınırlardan içeri sokmamaya yeminli bir ecdadın ahfâdıyız, ne de olsa...
Nasıl sevmeyelim ki!..

•••
Geçen hafta Habertürk'te yayınlanınca bir kez daha gündeme geldi...

MR'da Avrupa ve OECD'yi sollamışız!..

2015 yılı verilerine göre her bin vatandaştan 143'ü MR çektirmiş.

Almanya, İngiltere, Fransa gibi geri kalmış ülkelerde rakamlar binde 114, binde 110, binde 96!..

Yalnız tomografide biraz zorlanmışız.

Şampiyonluğu binde 585'le Estonya'ya kaptırmış, binde 174'le ancak sekizinci olabilmişiz.

Başımızda on dört yıllık devri iktidarında hiçbir meseleyi çözemese de sağlıkta devrim yaptığına devrimcileri bile inandırmış bir hükümetimiz olduktan sonra onu da hallederiz, inşallah!..

Bu kadar film, bu kadar tetkik ne işe yarıyor, diye sormayın sakın.

Hastaya gereksiz yere BT, MR yazmam, diye direnen dinazor doktorlara da aldırmayın...

Onları Sağlık Bakanlığımız ıslak odunla dövüyor, zaten...

Şimdi hep beraber BT'ye yüklenmemiz lâzım!..