Hayatta yaşım ilerledikçe net olarak emin olduğum tek şey var. O da hiçbir şeyden o kadar emin olmamam gerektiği. İlk gençlik yıllarımda bazı yazdıklarıma baktıkça zaman zaman yüzümü buruşturup hayretler içinde kalmamın nedeni de bu. Kendi kendime “O yaşta nasıl bu kadar her şeyden emin olmuşsun arkadaş?” sorusunu sorup duruyorum. Aslında şaşırmadan anlamam gereken şu: İnsan zaten ancak o yaşlarda bu kadar her şeyden emin olur. Yaşadıkça, deneyimledikçe, okudukça ve biriktirdikçe de şüphe duymaya başlar. Yine de sadece yaşlanmak yetmez. Bu şüphenin önünde yaşı da aşan engeller vardır; ideolojik bazı ezberler, inançlar, duygular. Bunlar ne kadar kemikleşmişse, insanın emin olduğu şeyler o kadar artıyor. Bu nedenledir ki, 22 yıllık yayınlı yazarlık hayatımda en çok başarı kazanmış yazı ve içeriklerime gelen yorumların ekseriyeti şöyle özetlenebilir: Tam da benim düşündüklerimi ifade etmişsiniz. Buradan anladığım, insanların zaten düşündüklerini, dünden emin olduklarını destekleyen bir şeyler yazıyorsanız, o frekansı yakaladıysanız alkış garanti. Söylenenler üzerine yeni bir şey, yeni bir bilgi, farklı bir perspektif koymaya çalışıyorsanız işiniz biraz zor ve uzun. Bunun yerine verin coşkuyu önünüz açılsın.Sosyal medyada herkes içerik ürettiğine göre bu coşkunun adı “etkileşim” oluyor. Böyle olunca “ortaya çok seslilik ve demokrasi mi çıkıyor, yoksa insanlar kendini yanıltmak için daha mı çok fırsat buluyor?” bunlar üzerine öyle hemen emin olmadan düşünmek gerek.

“POLİTİK AŞIRI GÜVEN”

Maryland Üniversitesi’nde siyaset bilimi doçenti olan Ian Anson, özellikle son beş yılda “politik aşırı güven” olgusu üzerine çalışmış. Bu araştırmalar üzerine geçen hafta yazdığı bir yazıda son çalışmasıyla ilgili bir detayı aktarıyor. Yaptığı deneyde belli bir gruba, önce bazı siyasi yalanlardan kaçınmayı öğreten bir dizi ifade gösterilmiş. Önermesi yani hipotezi yaygın siyasi yalanlara karşı uyarılan kullanıcıların, sonraki adımda benzer siyasi yalanları tekrarlama konusunda daha temkinli olmalarıymış. Ancak sonuç öyle olmamış “politik aşırı güven” olgusu devreye girmiş ve kendilerinin birer siyasi uzman olduğuna inanan katılımcılar çuvallamış. İşin ilginci, test sonrası nasıl geçtiği sorulduğunda, en iyi performansı gösterdiğini en çok inananlar, gerçekte en başarısız olanlar dilimindeymiş. Doğal olarak bu da bizi meşhur Dunning-Kruger Etkisi kavramına götürüyor. Hatırlanacağı üzere bu kavram, insanların belli bir alandaki bilgi veya yeteneklerini yanlış bir şekilde abarttıkları bir bilişsel önyargıyı tanımlıyordu. Konu politika olunca bu özgüven zehirlenmesi de haliyle şahikasına varıyor. Aslında Ian Anson’ın bu çalışması, geçen hafta bu köşede bahsettiğim yanlış bilgiyi aşılama teorisinin belirli gruplarda, her zaman işe yaramayacağını da gösteriyor. Ian Anson bu olguya karşı kendi “gerçeklik kontrolü” tedavisinin başarılı olduğunu aktarıyor. Yani katılımcılara gerçeklik testi yaptırdıktan sonra, ne kadar başarısız olduklarını nedenleriyle birlikte açıklamak. Ancak bu aşamadan sonra katılımcılar siyasi dezenformasyona karşı belli bir oranda şüpheyle yaklaşmaya başlamış.

SOSYAL MEDYA VE DEMOKRASİ

Ian Anson’un tedavisi iyi, güzel de sosyal medyadaki insanın açmazı şu: Herkes kendi siyasi uzmanlığından çok emin ve algoritmik tasarım kendisi gibi emin olanlarla buluşması için kusursuz bir zemin sağlıyor. Karşıt fikirlerin çarpışması da genellikle gruplar halinde tartışmaya dönüyor. Burada Tez-antitez=Sentez şeklinde özetlenecek bir diyalektik sürecin işlemesini beklemek hayalcilik olur. Çünkü sosyal medyanın doğası, hakikatin yaygınlaşmasına uygun değil. Özellikle bazı politik konularda haberleri sosyal medyadan almakla yetinmek ve sadece buradaki tartışmalar üzerinden izlemek, demokrasilerin önünde önemli bir engel olarak duruyor diyebiliriz. Sahiplik yapısından kaynaklanan bütün eksikliklerine rağmen geleneksel medyada haber dediğimiz kavram, belirli bir süzgeçten geçer, işlenir ve bazı doğrulama mekanizmaları işletilerek sunulurdu. Evet manipülasyon yine vardı, burjuva medyası yine kendi iktidarını yeniden üretmek için faaliyet gösteriyordu ama ortada haberin hammaddesi değil, kendisi vardı. Bugün sosyal medyada dolanan şey en iyi ihtimalde haberin hammaddesi olarak tanımlanabilir. Taze bir tartışmayı, Kız Kulesi restorasyonundaki görüntüyü ele alalım. O, kulenin önemli bir kısmının ortada olmadığını gösteren görüntü her zaman haberdir ama o haberin hammaddesidir. Ancak gazeteci, bu görüntü üzerine restorasyonu yapan uzmanlara ve bağımsız uzmanlara ayrı ayrı ulaşır, yetkililerden bilgi alır ve bu araştırmada ortaya çıkan sonucu haber haline getirir. Sadece o görüntü üzerinden, sosyal medyadan aldığımız haberle, Kız Kulesi’nin yıkıldığına ve yanlış restore edildiğine sonsuz inanıyorsak, bu bizim “politik aşırı güven” olgusundan mustarip olduğumuzun bir kanıtıdır. Bu aynı zamanda, yetkililerin yeni medya çağında, “ben yaptım olacak” diye kamuoyunu yeterince bilgilendirmeden böyle işlere kalkışmamasını da gösteriyor ama ayrı bir yazının konusu.

Bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız, sosyal medyanıza özellikle Twitter’a hemen bir göz atmanızı öneririm. Herkesin ne kadar kendinden emin bir şekilde bir şeyler paylaştığını, yorumlar yaptığını göreceksiniz. Bu farkındalıkla bu satırları yazan kişi olarak bundan ben de zaman zaman kaçamıyorum ama işte bizim asıl büyük çaresizliğimiz burada başlıyor. En azından haberleri; sosyal medyadan değil, güvendiğimiz haber kuruluşlarından yavaş biçimde almayı alışkanlık haline getirerek ‘politik aşırı güven’ tuzağından bir nebze uzaklaşabiliriz.