Haydar Ergülen, uzunca bir süredir biyografisi hakkında söylediği en uzun cümle olarak, Nar’ın babası. Ve artık İdil’in nişanlısı. ‘Artık’ diye bahsediyorum çünkü Ergülen, son kitaplarındaki biyografisine bu son cümleyi de ekledi. 25 yıllık hayat arkadaşlığında İdil Hanım’a 50. yaş armağanı olarak ‘İdilikler’ kitabını armağan etti. Ergülen ile Beşiktaş’ta buluştuk. Aşkı, Nar’ı, Eskişehir’i ve şiiri konuştuk. […]

Haydar Ergülen: 20 yaşındaki insanlar hurafelerle büyümüşler

Haydar Ergülen, uzunca bir süredir biyografisi hakkında söylediği en uzun cümle olarak, Nar’ın babası. Ve artık İdil’in nişanlısı. ‘Artık’ diye bahsediyorum çünkü Ergülen, son kitaplarındaki biyografisine bu son cümleyi de ekledi. 25 yıllık hayat arkadaşlığında İdil Hanım’a 50. yaş armağanı olarak ‘İdilikler’ kitabını armağan etti. Ergülen ile Beşiktaş’ta buluştuk. Aşkı, Nar’ı, Eskişehir’i ve şiiri konuştuk.

► İdil Hanım için yazdığınız şiirler vardı ama bu sefer bir kitap armağan ettiniz. Nasıl bir fikirdi?

İdil benim sevgilim, nişanlım. Yirmi üç yıllık evliyiz, yirmi beş yıllık bir arkadaşlığımız var toplam, yirmi dört yıllık da nişanlılık var. Ben nişanlılık duygusunu okuduğum kitaplardan, romanlardan çok severim. Kibar bir duygudur. Bir de çok eskiden, nişanlılık çok uzun süren bir şeymiş. İnsanlar birbirlerini 6-7 yıl beklermiş. O yüzden o duygu çok hoşuma gidiyor. Bizimki kısa sürdü ama devamında şiirler yazarak, o duyguyu koruyarak sürdürdüğümüz bir şey oldu. Hatta biraz daha yazarsam “Nişanlı Şiirler” diye bir kitap da çıkarabilirim. Nişanlılık bu kitapta da var, başka yerlerde de var. Ama asıl İdil’in de ellinci yaşı, o yüzden bu daha başlangıç, aşka devam. Ellinci yaşını kutlamak için ona özel bir kitap yazmak istedim. Bunu yapma düşüncesi geçen sene başlamıştı. Düşünce başlayınca aslında şiir de yavaş yavaş oluşuyor, demleniyor yani. Bazıları dize olarak geliyor, bazıları demlenmiş olarak sırasını bekliyor. Yazmaya başlayınca da söküm ediyor aslında. Ellinci yaşında hem ona kitap armağan ettim, hem o emekli oldu, aynı zamanlara denk geldi. Böyle bir kutlama oldu. İçinde bolca “İdil” geçen bir kitap yazdım ellinci yaş kutlamaları kapsamında. İdilik kır şehri demek biliyorsun, çok da uygun düştü. İdilikler çok yazılmış ama benim nişanlım olması hasebiyle ben de böyle bir rol çaldım, şiir çalmış oldum. Tabii daha çok adından da yola çıkarak idilik, pastoral; kır, gökyüzü, kuşlar, mavilik içeren şiirler yazdım. Onun da çok sevdiği… Ona yaraşır bir kitap olsun istedim. 8 Ocak doğum günüydü, Kırmızı Kedi de 5 Ocak’ta yetiştirdiler sağ olsunlar.

► Bir yandan da Nar’ın babasısınız.

Aynı zamanda İdil’in de sevgilisiyim. Bu kitapta öyle bir şey yaptım. Bütün kitaplarımda “Haydar Ergülen, Nar’ın babası”ydım. Ama bu kitabımda “İdil’in sevgilisi” de oldum. Tabii geç çocuk sahibi olduk. Ben baba olduğumda elli iki yaşındaydım. Çocuğu parka filan götürdüğümde anladım ki dede yaşındaymışım. “Muhterem, torun sevgisi güzel değil mi?” filan diyorlardı. Başta anlamıyordum, sonra diyordum ki galiba bana diyorlar.

ŞİİR İTİRAZLARLA İLERLER

► Şiirin gerçek ve yaşayan bir şey olduğuna inanırım. Sizin şiirinizin gerçeklikle kurduğu bağ, nasıl bir yansımaya sahip?

Şöyle söyleyeyim, bütün şiir anlayışlarına açığım. Şiir itirazlarla ilerleyen bir şey. Bizden sonraki kuşaklar, bizi eleştirerek yola devam edecekler. Yedi yaşından beri şiir okurum ve yazarım. Hatta espri yaparım, 9 yaşında başlayıp 11’imde bıraktım şiiri diye. Dağlarca, Nâzım Hikmet, İlhan Berk, Cahit Külebi okuyarak devam ettim. O zaman dedim ki “Böyle bir şey var, ben niye yazıyorum ki?” Öyle olur çünkü insanda. Ve üniversiteye kadar şiir yazmadım. Öykü yazdım, öykücü olayım ben dedim. Yazmak istiyorum çünkü çok seviyorum yazmayı ve okumayı. Üniversiteye kadar öykü yazdım, yaklaşık yirmi tanesi yayımlandı, takma isimlerle. Malûm iki darbe geçti: 12 Mart, 12 Eylül. Bundan dolayı dergilerde takma isimlerle yazıyorduk. Genel olarak bende mahalle duygusu, sokak duygusu çok yoğundur. Eskişehir’i öyle severim çünkü Eskişehir öyle bir yerdir, vatan gibi bir yerdir. Farklılıklarımızla, barış içinde, özgürce yaşayabilme duygusunun tam karşılığı olan bir yer. Herkesin olduğu bir yer. Böyle büyüyünce bu durum, senin şiirine, kimliğine sirayet ediyor. Benimki biraz öyle bir şey. Yazılarıma bakanlar ve şiirlerime bakanlar aslında ikisini bazen birbirine karıştırabilir. Çünkü aynı duygular ikisinde de vardır. Birinde düzyazı, birinde şiir olarak vardır.

► Bu ama biraz da yaşamakla ilgili…

Bu aslında biraz benim yaşama bakışım; anıları ağırlamak. İnsandır, ODTÜ’dür, Ankara’dır, gençlik arkadaşlarıdır, yoldaşlık duygusudur, eski sinemalardır filan… Yani onlarla devam etmek. Bu yüzden de şiir yazarken en yakın arkadaşlarımı, aşklarımı, sevgilim İdil’i, ailemi, babamı, şehirleri, başka şeyleri… Herkesi, her şeyi yazabilirim. Şiir bana bu özgürlüğü veriyor. Şiir benim için paylaşmaktır diğer insanlarla. Neruda’nın şiirinde söz ettiği gibi, şiir ihtiyaçtır aynı zamanda, ihtiyacı olanındır. Bunu ilk başta ben duyuyorum çünkü şiir yazmak benim için bir ihtiyaç. Ama ondan önce okumak da bir ihtiyaç. Çok basit bir şey söyleyeyim. Derslerde, okullarda, atölyelerde şunu söylüyorum: Okumak da yazmaktır. Ama yazmak da okumaktır. Çok okursan çok yazarsın. Çok okuyorum. Evet, kendinle nasıl övünürsün abi dersen, çok okumakla övünüyorum. Keşke yüz yaşına kadar yaşasam da daha çok okusam. İkincisi, Eskişehirli olmakla çok övünüyorum. Türkiye, Eskişehir olsun istiyorum. İslamcılarla konuşurken bazen diyorum, “Asıl muhafazakar biziz. Siz ne muhafazakarı? Her şeyin içine ettiniz. Biz sosyalistler asıl muhafazakar, biz koruyoruz camilerinizi, şehirlerinizi. Gezi Parkı bile korumak içindi. Sanıyorsunuz ki devlet yıkılacak.” Sonuç olarak şiir organik bir şeydir. Osman Çakmakçı organik-inorganik şiir tartışması başlatmıştı. Ben, Hulki Aktunç ve 5-10 şair daha için sentetik yazıyor demişti. Ben şiire organik bakıyorum, yazılan bütün şiirler organiktir. Şiir paylaşılmak içindir. Derler ya birinci şair, toplumcu şairdir diye. Bir sosyalist olarak buna çok itibar etmem. Toplumcu gerçekçilik anlayışının nelere mal olduğunu Sovyetler örneğinden biliriz.

LENİN’DEN GORKİ’YE ÖNERİ

► Nasıl?

Mesela Gorki bir roman yazar, Lenin’e getirir. Lenin romanı beğenmez ve Gorki’ye “Yoldaş, bu işçilerin kendi hayatları. Senden iyi biliyorlar. Onlar fabrikalarda çalışıyor. Onları onlara anlatmanın bir amacı yok ki. Onlara başka dünyaları, geleceği anlat ki zenginleşsinler fikren” der. Böyle düşünüyorum. Şükrü’nün (Erbaş) dediği gibi. Çok tartışıldı ya, bizim muhafazakar okurumuz çok fazladır. Kırmızı Kedi’nin imzalarını Şükrü ile beraber yaparız. Antep’te, Adana’da… Hacivat ve Karagöz gibiyiz. İmza başlayınca ‘sizinkiler geldi’ derler. Bizimkiler dedikleri başörtülüler falan. Ama okuyorlar. Erzurum’da 4 saat imza yaptık. Onlar okuyorlar diye ben onlara okumayın mı diyeyim? Tam tersine, okuyun! Sonra oturduk 3 saat de konuştuk. Sonuç olarak onlar benim Alevi, sosyalist diye biliyorlar. Şükrü’yü de biliyorlar. O yüzden de kimseyi ayırmadan, ötekileştirmeden hareket ediyoruz. Tabii ki laikim, tabii ki sosyalistim ve tabii ki Hazirancıyım. Ama ben onları itemem. Şükrü’nün de Neşet’ten anlattığı gibi, onlar biz deyip gelmişlerse hoş gelmişler, sefa getirmişler. Sabahattin Ali’yi, Tezer Özlü’yü, Sevgi Soysal’ı, genç romancıları ve bizleri okuyorlar. Daha çok okusunlar. Bunun yararına inanıyorum. Keşke imam hatiplere çağırsalar da gitsem daha çok.

► Politik bir karşılığının olabileceğini düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum. Elbette ki başörtüsü siyasal İslam için kullanılıyor, buna şüphe yok. Türkiye’nin başını kapattılar. Anadolu’da da başörtü geleneği vardır. Bir kısmı zorunluluktan, bir kısmı inançtan. Beni çağırdıklarında bir yere konuşmalarımın yarısını Türkiye’nin meseleleri ve laiklikle anlatıyorum. Bir sürü düşünür anlatıyorum. Ziya Gökalp’ten başlayıp Hikmet Kıvılcımlı’dan, Mehmet Ali Aybar’dan, Nurettin Topçu’dan, Kemalistlerin, milliyetçilerin düşünürlerini anlatıyorum. Hepsi tartışma yaratan şeyler. 20 yaşında genç insanlar, bir sürü hurafe ile büyümüşler. Camilerimizi ahır yaptılar diye öğretilmiş. Ya kızım, sen benim çocuğum yaşımdasın, dedim. Dedem anlattı, dedi. “Deden yaşındayım ben. Nerede yapmışlar? Ne yalanlar! Camiler de açıktı, tarikatlarınız da vardı. Ben Aleviyim, sizin kadar şikayet etmiyorum” dedim. Bizim cemler basılırdı Burak. Bunlar 40-50 sene önce olanlar. Biz dedeyizdir. Eskişehir’de zengin bir Alevi evinde cem yapılırdı. Orada da kapıda talipler beklerdi. O bir gelenektir çünkü. Kapıya gözcü dikilirdi. Çocukken onlara özenirdim. Dede olduğum halde gözcü dururdum. Sonra devrimci olunca alıştık. “Biz bunları yaşayan insanlarız ama biz sizin kadar bağırmıyoruz. Madımak’tan tut Maraş’a, Dersim’e, sizin kadar bağırmadık” dedim. Renkli bir yaşamım var anlaşılan. (Gülüşmeler) Öbür taraf da sever bizi. Benim de çok arkadaşım vardır İslami kesimden. ‘Şiir Cumhuriyeti’ başka bir Cumhuriyet’tir. Ve bunu ben nasıl Türkiye, Eskişehir olsun diyorsam, Türkiye Cumhuriyeti’ne örnek olmasını dilerim. Türkçe’nin iki büyük insanı, Nasreddin Hoca ve Yunus Emre. Biri hoşgörü, biri de mizahtır. Eskişehirlidir. Ben Bakan Nabi Avcı ile yakın arkadaşımdır. Eskişehir’de beraber büyüdük. Dergi çıkarırlardı, ben de yazardım. ODTÜ’de okuduk. Beraber aynı evlerde kaldık. Görüşürüz, şiir toplantılarına çağırırım. Entelektüel bir adamdır. Böyle bir toprakta yetişince, Cahit Zarifoğlu’nu da, Sezai Karakoç’u da seviyorsun. Aynı zamanda onların çok kıymetli şairler olduğunu da biliyorsun. Şiir biraz böyle bir şey benim için. Öbür taraftan da Necip Fazıl’ın da nasıl devletle omuz omuza, kol kola ve nasıl devlet tarafından desteklendiğini de biliyorsun.

► Sık üretim hâlindesiniz. Neden bu kadar yazıyorsunuz?

Bir kitap daha yazıyorum. 3 sene önce kardeşimi kaybettim. Vaktinde BirGün’de de yazmıştım. Onun için kardeşi ölmüş birine benziyor muyum diye şiirler yazmıştım. Şimdi ona devam ediyorum. Hayat böyle bir şey, bazen karın için, sevgilin için, kardeşin için yazıyorsun. Şiir benim yoldaşım gibi. Soruna dönecek olursa bir defa Şükrü’ye çok özendiğim için yazıyorum. Çok büyük bir şair. Neşet’i çok sevdiğim için yazıyorum. Dostlarımı, yoldaşlarımı, şiir yazan herkesi çok severim. Şiir yazmak kutsal bir şeydir. Diğer taraftan da sokak işidir, serseriliktir. Yüce ve serseri. Şiir hatırladıklarımızdır.