Bugün herkesin gözü kulağı Abdullah Gül’de olacak. Gazeteyi sabah erkenden okumuyor da ilerleyen saatlere bırakıyorsanız, ne dediğini çoktan öğrenmiş olabilirsiniz.

Biz, Cuma çıkışı bir şeyler söyler diye bekliyorduk, ama o daha camiye girmeden bugüne randevu vereceği haberi gelmişti.

Simülasyonlarla, anket sonuçlarıyla, art arda dizilen yüzdeler ve rakamlarla seçimin ancak Gül’le alınabileceğini iddia eden ve inananların sayısı, sağdan ve soldan, hiç az değil! Gül’ü aday yapabilme çabalarının akıbeti bugün söyleyeceklerine bağlı!

Cuma çıkışı bugüne randevu verirken, kendisini öne çıkaranları umutlandıran “Memleketin geleceğinden kaygı duyan herkes bu kaygıyı taşıyacaktır” gibi ima yüklü bir cümle kurmuş olsa da, bugün “Nereden çıkardınız adaylığı?” demezse benim için büyük sürpriz olur.

Perşembe akşamı, onunla ilgili iddialar öyle bir noktaya taşındı ki; adaylığından endişe duyan Erdoğan’ın, askerin siyasete müdahalesine dair söylediği onca köşeli lafını unutup, aday olmaması telkini için kendisine Genelkurmay Başkanı’nı gönderdiği tartışılıyordu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 11’inci cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü seçimlerde aday olmaması yönünde ikna etmeleri için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ı aracı olarak gönderdi” diye Habertürk sitesinde yazılıp sonra apar topar kaldırılan haber, Cuma günü de isimsiz ve “iddia” diye Deniz Zeyrek’in köşesinde yer aldı.

Zeyrek, “Gül’ü adaylıktan vazgeçirme trafiği”nden bahsedip; “Gül’le uzun yıllar yakın çalışmış, hatta arkadaş olmuş iki önemli isim Ankara’dan İstanbul’da giderek Gül’ü ziyaret etmiş” diye yazdı, ziyaretin de adaylıkla ilgili olduğunu ima etti.

CHP Genel Başkan YardımcısıBülent Tezcan kameralar karşısında; “Genelkurmay Başkanı’yla Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nün ne işi vardır ismi geçen bir adayın ziyaretiyle, ona aday olmama noktasındaki telkin için Genelkurmay Başkanı niye gönderilir? Siyasetin tam da göbeğine asker niye sokulur?” diye sorunca, artık “siyasete asker müdahalesi” iddiası iyice alenileşti.

Tarihi önemde denilen seçimlere 54 gün kalmış, hala bunlar konuşuluyor, isimler tartışılıp adaylar netleştirilmeye çalışılıyor. Partiler de “arka kapı diplomasisi” ile meşgul!

Onlar arka kapı diplomasisini sürdüredursun, o diplomasiden çıkacak şeyle hayatları doğrudan etkilenecek insanların da artık “kapı önü”ne çıkması gerek.

Neyi kabul etmeyeceğimizi, neyi istediğimizi yüksek sesle söyleyen, o sesin etrafında toplanan ve adayları da yapacakları konusunda topluma söz vermeye zorlayan bir “kapı önünü” yaratmak gerek.

Gezi’nin, Hayır Kampanyası’nın, Adalet Yürüyüşü’nün isimsiz, örgütsüz, partisiz kahramanları vardı ve o toplumsal hareketleri onlar yaratmıştı. Onlara meslek örgütleri ve sendikalar gibi yapılar da katılabilir ve kapı önünden seslenirler:

Biz artık bu kutuplaşmış ve boğucu atmosferde yaşamak istemiyoruz. Her an birbirinin boğazına sarılacakmış gibi gerilmiş insanlar ülkesi olmak istemiyoruz. Sakinlik, sükûnet ve barış içinde bir arada yaşayan insanların ülkesi olmak istiyoruz.

Seçimlerimize hile hurda karıştırılmasını kabul etmeyeceğiz. Kedileri seviyoruz; evlerimizde, sokaklarımızda olsunlar ama sandıklara sokulmalarına izin vermeyeceğiz.

Yediğimize, içtiğimize, giydiğimize, giymediğimize, okuduğumuza, yazdığımıza karışılmayan özgürlükler ülkesi olmak istiyoruz.

Kuvvetler ayrılığının hâkim, mahkemelerin bağımsız ve hukukun işler, üniversitelerin özgür olduğu, medyası iktidar borazanı olmayan bir ülkenin vatandaşları olalım istiyoruz.

Kimse kimsenin inancına karışmasın, kimse ötekileştirilmesin, devletin bir inancı dayatmadığı laik bir düzenimiz olsun istiyoruz.

Barış istiyoruz.

İşimiz, aşımız, az biraz dertsiz başımız olsun istiyoruz.

Adaylar “Kapı önü”ne çıkıp bunlar için söz versin istiyor ve bunları bu ülkeye hâkim kılana kadar yılmadan mücadele edeceğimize de biz söz veriyoruz!

Seçim sonuçları ne olursa olsun, biz hep “kapı önü”nde ve bu taleplerin peşinde olacağız.