Bu hafta çeşitlilik içinde ve kalabalık bir seçki seyirciyi beklemekte; Hızlı ve Öfkeli 9, Salinger Yılım ve Undine filmleri tercihler arasında öne çıkmakta.

Haydi sinemaya!

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid kısıtlamaları doğrultusunda sinema salonları kapanmıştı. Türkiye’de 16 Mart 2020’de kapanan salonlar bu Cuma gününden itibaren yeniden faaliyet göstermeye başladı. Bu hafta çeşitlilik içinde bir seçki seyirciyi beklemekte; Hızlı ve Öfkeli 9, Salinger Yılım ve Undine filmleri tercihler arasında öne çıkmakta. Prömiyerini Cannes’da gerçekleştirmiş olan Gaspar Noé’nin 51 dakikalık orta metrajlı Lux Æterna’sı ile prömiyerini Sundance’te gerçekleştirmiş ve beğenilmiş olan Natalie Erika James’in ilk uzun metraj korku-dram türündeki filmi Azap (Relic) ise ilgi çekici durmakta. Emma Stone’un başrolünde yer aldığı Disney’in klasiklerinden 101 Dalmaçyalı’nın kötü karakteri Cruella’nın alternatif hikayesinin anlatıldığı Cruella filmi ise pırıltısını yitirmiş olarak değerlendirdiğim -modern Disney-’in değişimini takip etmek açısından izlenebilir. O kadar harikayız ki, yerli blockbuster olarak Hababam Sınıfı Yaz Oyunları seçilmiş. Gişe başarısı ile film kalitesi arasındaki uçurumu günden güne derinleşen sinemamız sebebiyle, bu filmin gişe sonuçlarını çok merak ettiğimi söylemek isterim.

NE HIZLI NE ÖFKELİ

Mayıs ayından itibaren dünyanın çeşitli şehirlerinde gösterime giren, 25 Haziran’da Amerika’da seyirci ile buluşan Hızlı ve Öfkeli 9 (F9: The Fast Saga) bir anlamda salgın sonrası blockbuster film olarak gözükmekte. Amerika ilk hafta gişe sonuçlarına baktığımızda 70 milyon doları, Mayıs ayından itibaren dünya geneline baktığımızda 400 milyon doları aşan gişe hasılatıyla pandemi dönemi sonrası ulaşılabilecek en iyi hasılat sonucuna bu filmle ulaşıldığını görebiliriz. Gerçi, Justin Lin’in yönettiği F9, sadece pandemi döneminin değil, genel olarak en iyi açılış performansı açısından zirveye oturmuş durumda. Bunun sebebi basit, bu seri fanları için bir film değil bir aile, bir tutku, bir bağlılık. Daha da önemlisi bir devamlılık simgesi. 2001’den itibaren şahsen benim de dünyasından keyif aldığım ve tüm karakterleri ezbere bilerek sahip çıktığım o aptal, o abartılı, prodüksiyonu gösterişli, şapşal sloganvari diyaloglarıyla gülümseten samimi bir seri. 2001’den bu yana altı tane Hızlı ve Öfkeli’de yer alan Paul Walker’ın (Brian O’Conner) 2013’teki korkunç bir kaza sonucu trajik ölümünden sonra seri daha da efsaneleşti ve fanları bu aileye daha fazla sahip çıktı. Dalga geçmek isteyen istediği kadar geçebilir ancak, Universal Pictures’ın en az iki jenerasyona devamlılık sağlayarak seyirciyi kapması büyük başarıdır. Çünkü istese seriyi keser ve tekrar çevrim yapabilirdi.

Ancak keşke artık serinin bu son filmi olsaydı ve seyircisine veda etseydi. Kısıtlama sonrası böyle bir film iyi gelir diyorsanız F9 neden olmasın?

BERLİNALE’DEN İKİ FİLM

Vizyondaki diğer seçenekler arasında iki Berlinale filmi yer almakta. Dünya prömiyerini, Berlinale’nin 70’inci yılının özel galası olarak yapan Salinger Yılım (My Salinger Year) isimli filmin başrollerinde Altın Küre ödüllü Sigourney Weaver ile genç oyuncu Margaret Qualley’nin yer almakta. Bu filmin senaryosu ve yönetmenliği Kanadalı Philippe Falardeau’ya ait. Kendisini, festivallerde gene övgüyle karşılanmış olan 2014 yapımı İyi Bir Yalan (The Good Lie) filminden hatırlayabilirsiniz. Salinger Yılım filmi Amerikalı yazar Joanna Rakoff’un romanından uyarlanmış. Yönetmenin 90’ların NY edebiyat dünyasını mizahi ve tatlı bir eda içerisinde tasvir ettiği film bir yanıyla da büyüme hikâyesi. Bana soracak olursanız film 90’ların edebiyat, sanat ortamında geçen Şeytan Prada Giyer film formülü üzerinden ilerleyen hafif bir film. Ve aslında bu film benim için şaşırtıcı derecede tatsız ve kuruydu. Aynı Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ve FIPRESCI ödülüne layık görülen önemli yönetmenlerden Christian Petzold’un Undine filmini artık sinemalarda izleyebilirsiniz. Bu tam bir Berlin filmi. Berlin’in mimarlık tarihini turistlere anlatarak yaşayan tarihçi Undine’yi dinlerken anlattıklarının karşılığını filmde aramak pek yorucuydu. Bir Berlinlinin bu konuda şansı çok daha yüksektir. Tarihte binalar gibi değişen insan ilişkileri üzerinden Undine ve endüstriyel dalgıç Christof’un aşk hikâyesi ise fazla şekilsel. Bana kalırsa bu temsili aşkın, su perisi mitolojisi ile bağlantıları, bir yandan hikâyeyi anlamlandırmaya çalışan seyirci için fazla şiirsel. Görünürlüğün ve anlamsalın arasındaki kopukluk belki de yönetmenin tek seferde çok şey anlatmak istemesinden kaynaklanıyordu... Lütfen bu filmlerden birini seçin, şortunuzu giyin sinemaya ve gidin. Çıkışta da bakkaldan bira alıp için. Bu ülkeyi ancak yobazlara inat yaşamaya devam edersek kurtarabiliriz!