Baştan söyleyeyim sandıktan “hayır” çıkacağını gören RTE sövmeye, saldırgan bir dille muhalefeti hedef göstermeye devam edecek. Fetihçi anlayışıyla Hollanda kapılarına bakanlarıyla dayanma isteği de bundan. Artık herkes deneyimli yurttaş! Bir düşman aradı içeride RTE bulamadı, şimdi dışardan ithal ediyor onu. Merkel’e el ense çekti yetmedi, şimdi de Hollanda ile peşrev halinde. Tüm bunlar neyin işareti sizce?

RTE ustalık döneminde toplumun tüm sinir uçlarını yeniden tahrik etti. Orduda başörtüsü girişimi, Taksim’e cami temeli atma hamlesi, tüm muhaliflere terörist deme ihtiyacı hep bundan. Olmadı. Olamazdı da zaten. OHAL günlerinde sindirilmiş halk dilese de tepki veremezdi. Ama asıl neden, artık her şeyini yitirmiş insanların, rakibini çok iyi tanımış olmasıdır. Tüm cumhuriyetçiler, neredeyse sinirleri aldırılmış biçimde, sabırla 16 Nisan’ı bekliyor. Sandıkta kazanılacak bir zafer yeni başlangıç için umut olacak. Yalnız küçük bir sorun var…

Ülkeyi karış karış dolaşıyorum. Kapalı salon toplantılarının faydasına inanmıyorum onu da söyleyeyim. Ancak kitap fuarları gözlem yapmak için hayli ilginç. Samsun ve Isparta’ya gittim bu yakında. İki muhafazakâr şehir… Cumhuriyetçiler bizi görünce sevinçle geldiler. Onlara şaşırmadım elbette. Ancak düne dek AKP seçmeni olan, çoğu başörtülü kadın isyandalar. Yüksek perdeden söyleyemediklerini, imza sırasında kulağımıza fısıldıyorlar. Yolsuzluktan, sömürüden, adaletsizlikten bıkmış haldeler. Özellikle çocuğa ve kadına yönelik istismar çok öfkelendirmiş onları. AKP kadrolarının şımarıklığından tiksinmekteler…

Bir de süreci tam takip edemeyen ve tartışmak isteyenler var. Isparta’da hukuk okuyan muhafazakâr bir kadın öğrenci “Neden hayır demeliyim?” diye sordu. “FETÖ ve PKK ile yan yana düşmek istemiyorum” dedi. Anlaşılan bu yalan söylem tutmuş.

Uzunca konuştuk. Suriye açmazından adaletin çöküşüne, tek adam düzeninde hiçbir şikâyet merci kalmayacağına, mesleğinin işlevini yitirişine dek tüm konularda söyleştik. Özellikle AKP-Gülen-Liberal ortaklığını açmam gerekti. Bir de İsrail meselesinden çok etkilendi. Halen temastayız… Sorularını gönderiyor…

Bizim berberde çalışan bir usta var. Yeminli AKP’liydi. Özellikle milliyetçi duyguları kabarmış vaziyette. Konu açılınca bıyık altından gülüyordu. Ardından göçmen kamplarında olan çocuk istismarı konusu açıldı. Üç aylık çocuğa tecavüz edilmesi, organ mafyasının pusu kurmuş beklemesi, vakıflardaki ahlaki çöküşü tek tek belgeleriyle gösterdim. Sordum: “Altından bir villada otursan ne yazar, etrafta çocukların kanına giriliyorsa?” diye. “Bunları bilmiyordum abi” dedi. İçinde bir kuşku doğdu. Kaynak gösterdim. Dünyada nasıl algılandığımızı anlattım. “Geçen sene ne kadar yevmiye alıyordun, şimdi durumun nasıl?” diye sordum. Bir de “Çocuğunu imam hatibe göndermek ister misin?” dedim. “Asla” diye yanıtladı. Yakında başka seçeneği kalmayacağını anlattım… Onu sıkboğaz etmeden konuşmaya devam ediyoruz…

Fuar dönüşü İstanbul’da bir taksiye bindim. Yaşı ilerlemiş bir şoförle yol alıyorduk, suratı asıktı. “Hayırdır” dedim. Oğlunun liseyi bitirdiğini, iş bulamadığını söyledi. Kızı da üniversiteyi kazanmış, lâkin gider çokluğundan dertliydi. “Mazot pahalı, yollar paralı, eve yevmiye almadan gittiğim çok oluyor” dedi. Sordum: “16 Nisan için ne diyorsun?” diye. “Siyasetle ilgili değilim. Ama evetçiyim” dedi. “Neden?” dedim. “Ben TIR’cıydım, memlekette yol yoktu bak bu adam yolları düzeltti” dedi. Çok şey anlattım. Ekmeğinin çalındığından söz ettim, saray harcamalarını anlattım… Halkın parasıyla yapılan köprüye para ödediğini söyledim. Biraz mırın kırın etti ama kulağına kar suyu kaçırmayı başardım…

Diyeceğim şu; eğer sahaya iner insanlarla konuşursanız, özellikle de sinirlenmeden ve konunuza hâkim iseniz, etkileme olanağı buluyorsunuz onları. Yok, eğer RTE’nin oyununa gelip, düşman bir dil kurarsanız, karşınızdaki kesim hemen içe kapanıyor. Çabasız örgütlenme olmaz! Elbette aramızda oturup değerlendirme yapalım kimi zaman. Ama o panellerin faydası yok evetçilere yönelik. Bir Alevi’ye, sosyaliste, Kemalist’e, Kürd’e “hayır” propagandası yapmanın anlamı ne?

Ama en önemlisi, ‘hayır’ diyecek olanların sandıktan ‘evet’ çıkacağından emin olması. İşte bu felaket… Kimle konuşsam “Ben hayırcıyım ama bunlar ne yapar eder evet çıkarır” diyor. Bu hem doğru değil, hem tehlikeli bir algıdır. Önce hayır çıkacağına inanın, ki çıkacak, ardından da kapalı kapılar ardında değil sokakta olun! Göreceksiniz insanlar ikna olmaya hazır, yeter ki tembel olmayalım.

Hayır demenin ne kadar lezzetli olduğunu fark etmeli insanlar…