Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Ne zaman toplumsal bir çıkmazın eşiğine gelsek ve bunalımdan çıkış yollarını tartışmaya başlasak, usumuza hemen Lenin’in o klasik yapıtı ‘Ne Yapmalı?’ gelir. Aslında bunun daha öncesi de var. Bilindiği gibi Lenin, Rusya’da sosyal demokrasinin (Marksizm’in 3. Enternasyonal’den önceki adı böyledir) Bolşevik bir parti modelini oluşturmaya çalışırken yazdığı bu kitabın adını, Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı?” romanından esinlenerek koymuştur. O gün bugündür, her siyasal-toplumsal dönemeçte tartışır dururuz, ‘Ne yapmalı, nasıl yapmalı?’ diye...”

Yukarıdaki satırlar, 13 yıl önceki bir yazımın giriş bölümünden alınmıştır. O yazı, AKP’nin iktidara yerleşmeye çalıştığı ilk günlerdeki kimi kaygılara yanıt arayışındaydı. 16 Nisan’daki şaibeli halkoylamasından sonra okurlardan, “Şimdi ne olacak, ne yapmalıyız?” yollu sorular gelmeye başlayınca o yazıyı anımsadım…

• • •

Dün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı idi. Yani halkımızın “yedi düvel”e karşı bir büyük Kurtuluş Savaşı vererek elde ettiği bağımsızlığın ve egemenliğin yıldönümü…

Ama bugün ne görüyoruz? 97 yıl önce Saray’dan alınarak ulusa verilen egemenlik hakkı, oldubittiye getirilen bir anayasa değişikliğiyle yeniden “Tek Adam”a armağan edilmek isteniyor!

Bu gidişe dur demesi gereken anayasal kurumlar ise derin bir aymazlık içinde, rejim değişikliğine dolaylı destek veriyor!

Halkoylamasından “Başkanlık Rejimi” çıkmayacağını biliyorduk. Tüm baskılara ve engellemelere karşın, “Hayır” kampanyasının ülke genelinde nasıl coşkuyla yürütüldüğünü ve her kesimde karşılık bulduğunu gördük. Herkeste aynı inanç, iyimserlik ve beklenti vardı. Tek kaygımız, başa baş geçecek bir yarışta, siyasal iktidarın türlü manipülasyonlarla oyların yönünü değiştirebileceği idi. Biz bu kaygımızı seslendirdiğimizde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, asla böyle bir şeyin olamayacağını söyleyerek halka güvence vermişlerdi. Ama yanıldılar. Çünkü alın terimizle kazandığımız halkoylamasının sonucu, seçim hileleriyle değiştirildi. Şimdi, “YSK oylamaya gölge düşürdü, seçim meşru değildir, tanımıyoruz!” diyorlar. Ne ki, Hükümet’in ve Saray’ın umrunda değil bu itirazlar. “Boşuna bağırmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti!” diye yanıt veriyorlar…

Bu halkoylaması baştan meşru değildi zaten. OHAL koşullarında, üstelik devletin tüm olanaklarını ve baskı araçlarını kullanarak kirlettiği bir seçim nasıl meşru olabilirdi ki? Ama biz bunu bilerek girdik yarışa. Çünkü kazanacağımızdan kuşkumuz yoktu.

• • •

16 Nisan’da YSK eliyle bir “yargı darbesi” geçekleştirildi!

Yasa’yı ve Anayasa’yı açıkça çiğneyen birkaç bürokratın kararıyla, RTE’ye Türkiye’nin rejimini değiştirme yetkisi verilmek isteniyor.

Bu, Anayasa’nın “tağyir, tebdil ve ilgası”dır. Yani çok ağır bir suçtur.

Ama AKP iktidarında ilk kez görmüyoruz bunu.

Daha önce de parlamenter rejimin “bekleme odası”na kaldırıldığını ve “fiili başkanlık” döneminin başladığını açıklamamış mıydı RTE?

Peki, “Bu bir sivil darbedir, Saray darbesidir, Anayasa ihlalidir!” demenin ötesinde ne yaptı muhalefet?

Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana “tarafsızlık yemini”ni her gün çiğneyerek Anayasa suçu işleyen Erdoğan’a “meşru Cumhurbaşkanı” muamelesi yapmaktan vazgeçtiler mi?

Özellikle ana muhalefet partisi, ikide bir “Erdoğan darbe yaptı” diyor ama gereğini yapmıyor.

Çocuk oyuncağı mı bu? “Darbe yapan” bir iktidara yaptırım uygulanmaz mı?

Bakınız, Erdoğan, kendisine karşı yapıldığını söylediği “15 Temmuz Darbe Girişimi”nde halkı sokağa çağırdı.

Peki CHP neden aynı şeyi yapmıyor?

Sokaktan korkan bir muhalefet, çoğunluğu elinde bulunduran demokrasi karşıtı bir siyasal iktidarın Meclis’teki her türlü oldubittisine katlanmak zorunda kalır. Ulusal istenç, bazen “fiili durum” yaratılarak, bazen yargı kullanılarak, bazen sandık oyunlarıyla yok edilebilir! Böyle durumlarda düğümü çözecek olan, halkın sokağa yansıyan istencidir! Meşruiyetini yitirmiş iktidarlara karşı direnmek haktır ve tüm evrensel insan hakları belgelerinde bu hak tanınmıştır.

• • •

Kazananın kaybettiği, kaybedenin kazandığı bir garip halkoylaması yaşandı ülkemizde. Bunu kabullenemeyiz.

YSK, yetkilerini aşarak ve yoruma kapalı bir yasa maddesini yok sayarak hırsızlığa hukuksal kılıf hazırladı. CHP şimdi böyle bir kuruldan adalet bekliyor!

Bu yasa tanımazlığa yol açanların hakkımızı teslim edeceğini ummak safdilliktir. Böyle durumlarda dünyada ne yapılıyorsa Türkiye’deki muhalefetin de öyle davranması gerekir. CHP Genel Başkanı’nın “Bu seçimi tanımıyoruz, tanımayacağız!” çıkışı elbette önemlidir. Ancak bunun, öfkeli kitleleri yatıştırmak için söylenmiş bir söz olup olmadığını yakında göreceğiz.

Haksız ve eşitsiz bir halkoylaması sürecinde halkın yarısını ötekileştirerek kendisine düşman etmiş bir iktidar, bu koşullarda ülkenin birliğini ve dirliğini nasıl sağlayacak? Birikmiş sorunlarla nasıl başa çıkacak? Yeni düzende “AKP Genel Başkanı” şapkasını da takacak olan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine “Hayır” demiş milyonların Başkanı nasıl olacak?

Kuşku yok ki 16 Nisan sonrasında işimiz biraz daha güçleşmiştir. Ama kazanımlarımız da büyüktür. “Hayır Kampanyası” sürecindeki edinimlerimizin değerini bilerek safları sıklaştırmak ve ortak mücadelemizi yeni dönemde daha etkin biçimde sürdürmek zorundayız.